Selim’i Okurken
"Papa'nın vurulması beynelminel terörizmin hangi boyutlara ulaştığını gayet iyi, açık seçik ortaya koymuştur. O, aklı havalarda dolaşan bazı Avrupalı dostlarımızın, herhalde bu olay karşısında biraz da olsa aklıselime ulaştıklarını zannederim.
Sait Aydoğmuş / Selim Çürükkaya’nın “Sırlar Çözülürken” adlı belgesel romanını henüz okuyup bitirmiştim ki, Türk TV kanalları Ankara/Anafartalar Çarşısı’ndaki vahşeti canlı olarak yayınlamaya başladı. Olay yerini ziyaret eden Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt ile CHP Genel Başkanı Baykal, “Bu eylem, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı planlı bir terör eylemidir; bu eylemi yapanlara değil, asıl onların arkasındakilere bakmak, onlara yönelmek lazım”mealli kalıp demeçler verdiler. Aynı kalıplı demeçler, üstelik aynı saatlerde, değişik TV kanallarında daha önceden planlanmış seçim konulu açık oturumlara katılan CHP ve MHP yetkilileri (Bülent Tanla, Memet Şandır) tarafından da dile getiriliyordu.
Açıktır ki, Büyükanıt ve Baykal, “eylem” sahibi olarak PKK’yi ve “arkasındakiler” olarak da şimdilerde TC’nin planladığı saldırıların baş hedefi olan Güney Kürtleri ile ABD ve AB kastediyorlardı.
Adeta fabrikasyon bir ürün gibi benzer olan bu demeçler, son elli yılın tüm darbelerinin “film”ni, belli bir politik aktivite içinde yaşamış biri olarak bana, önümüzdeki günlerde neler olabileceğinin projeksiyonunu tutmakta/göstermektedir. Hele tam da bu “mevzu”nun kitabı olan Selim Çürükkaya’nın “Sırlar Çözülürken” adlı belgesel ağırlıklı romanını yeni bitirmişken, son kırk yılda olanların şahsında, yakın zamanda olabilecekleri görmek, çok daha kolaylaşıyor.
Selim’in kitabı, Türk Ordusu tarafından oluşturulup yönetilen Ergenekon adlı Türk “Gladio”sunun, “toplumsal mühendislik laburatuarı”nda ürettiği terörle sadece Türk ve Kürt halkını değil, Palme ve Papa olaylarının örneğinde olduğu gibi, başta Avrupa olmak üzere tüm Dünya halklarını da, kendi planları doğrultusunda nasıl yönlendirmeye çalıştığını ve özellikle o günün koşullarında, ABD’nin de yardımıyla bunu nasıl başardığını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor: Kitab’a göre Türk “Gladio”su, yapacağı darbenin koşullarını olgunlaştırmanın bir parçası olarak Abdi İpekçi’yi Türk faşistlerinden M. Ali Ağca’ya öldürtüyor.
Daha o günden, Cunta sonrasının da planlamalarını yapan “Gladio” kurmayları, popülaritesini arttırarak daha büyük bir role hazırladıkları Ağca’yı hem yakalatarak, O’na mahkemede, “Papa’yı da öldüreceğim” demeci verdirtiyor ve hem de O’nu tekrar askeri cezaevinden kaçırtıyorlardı. M. Ali Ağca, kaçış sonrasında, işleyeceği bu cinayetin ihbarını da kendi el yazısı ile genel yayın yönetmenini öldürdüğü Milliyet Gazetesi’nin kutusuna tekrar bırakarak, dünyaya meydan okuyor; bu yolla kendisinin ve Türk “Gladio”sunun pervasızlığının propagandasını yapmayı ihmal etmiyordu. M. Ali Ağca, Darbe sonrasında, Türk “Gladio”sunun gün ve saatine varana kadar en ayrıntılı bir biçimde planladığı “Papa Suikastı”nı işlediği günün hemen sonrasında, Türk Cuntası’nın başı olan Kenan Evren, 14 Mayıs 1981’de, Yeşilköy Havaalanı’nda şu demeci veriyordu:
“Papa’nın vurulması beynelminel terörizmin hangi boyutlara ulaştığını gayet iyi, açık seçik ortaya koymuştur. O, aklı havalarda dolaşan bazı Avrupalı dostlarımızın, herhalde bu olay karşısında biraz da olsa aklıselime ulaştıklarını zannederim. Çok utanılacak bir olay ve bunu yapanın ve bunu yapanın da bir Türk vatandaşı oluşu bizi çok üzdü. Ama biliyorsunuz ki, bu vatandaşımızı idamla cezalandırmıştık. Ama Türkiye hudutları dışına çıkmıştı. birçok Avrupalı dostlarımız yurdumuzdan kaçan teröristlere siyasi mültecidir diye kucak açarlarsa sonuç bu olur.”
Çeyrek asır sonra, generaller yine darbe yapmak istiyor, bunun için oraya buraya muhtıra veriyor tehdit yağdırıyorlar. Yine 49 ülkeden 300’ü aşkın uluslararası “silah ve terör uzmanı” delegenin katıldığı “Savunma Fuarı”nın düzenlendiği şehirde ve günde planlanan bomba vahşeti: Yine Sivil insanların yaşadığı can pazarı; kopan, kafalar, kollar, ayaklar… ve yine “terör”e karşı kitlesel öfkenin oluşturmaya başladığı “ordu göreve” istek ve destekleri…
Anılan vahşette olduğu gibi, sivilleri hedef alan bu tür kör ve vahşi eylemlerin, kimlerin işi olabileceğini, kimlerin işine yarayabileceğini -özellikle TC’de- hâlâ bilmemek, anlamamak, görmemek, duymamak; akılsızlık, körlük ve sağırlıktır. Bu tür eylemlerin, son elli yıldaki her darbe öncesinde doruğa ulaşmaları ve darbelerden hemen sonra da bıçak gibi kesilmeleri, eylemleri tezgahlayanların adreslerine de -son elli yılın sabit pratiğiyle açık bir biçimde- işaret etmektedir.
Bu adres, Türk siyasal sisteminin vesayetini elinde tutan ve geçen 27 Nisan Muhtırası ile ne pahasına olursa olsun bu vesayeti elinde tutmakta direten Türk Ordusu’dur. Tüm darbelere ortam hazırlayan terör diye nitelendirilebilecek eylemlerin büyük çoğunluğunun arkasında -“Şemdinli Olayı”ında olduğu gibi, ya doğrudan ya da güdümlü, paravan kimi örgütler kullanılmak suretiyle-, Türk Ordusu bulunmaktadır. 12 Mart 1971 öncesinde Kültür Sarayını yakanların, Araba Vapuru’nu bombalayanların Cuntacılar olduğu, mehkeme tutanakları ve kararlarıyla sabittir. Bu ve benzeri terör eylemleriyle halkın nasıl darbe istekçisi/destekçisi haline getirildiği biliniyor. Ve yine biliniyor ki, bu “toplumsal mühendislik” faaliyetiyle sağlanan halkın “istek ve desteği” sayesinde gerçekleştirilen darbelerden hemen sonra , terör de -her ne hikmetse- bitiyor.
Seksen yıldır Ordu’nun bu “toplumsal mühendisliği”nin aracı olarak kullanılan Türk halkı, pratikte edindiği “alışkanlık”ın tesiriyle teröre muhattap olduğu zaman, özel bazı güdüm ve manipülasyonların da devreye girmesiyle adeta otomatik bir biçimde darbe taraftarı haline gelmekte, getirilmektedir.
Günümüzde aynı zamanda ateşli birer darbe aktörü olan Baykal ile Büyükanıt’ın, olay yerinde, sözbirliği etmişçesine, “önümüzdeki günlerde bu tür olayların artması beklenmelidir” kehanetinde bulunmaları, benzer olayların seçim öncesinde ve sonrasında artarak devam edeceğinin işaretidir. Ta ki, AKP iktidarı nedeniyle şimdilerde zorda olan Ordu’nun rejim üzerindeki vesayeti tekrar sağlama alınana veya darbe gerçekleştirilene kadar… Plan budur…
Gerek uluslararası koşulların günümüzdeki niteliği ve gerekse de Türkiye’deki ekonomik ve toplumsal gelişkinlik düzeyi, Türk Ordusu’nun vesayetini sürdürmek için geçmişte kullanıp başardığı bu yöntemi, büyük çapta riske edip zorlaştırmış durumdadır. Ama öyle anlaşılıyor ki, Ordu ve CHP gibi yandaşları, bu riski göze alacağa ve dolayısıyla Anafartalar Çarşısı vahşetinde olduğu gibi, terör estireceğe benzemektedirler.
Açıktır ki, dün olduğu gibi bu gün de bu planlı ve güdümlü terörün baş hedefi ve kurbanı, Kürt ulusudur, olacaktır. Ve ne acıdır ki, sözde Kürt halkını kurtarmaya çalışan Apo’nun PKK’si, tutumu ve bu tutumun neden olduğu algılamasıyla Ordu’nun “toplumsal mühendislik laboratuarı”nın bir aracı olarak halkımızın esaret zincirinin daha bir sıkılmasına yardımcı olmaktadır. Anafartalar vahşetinin TC yetkililerince mal edilmek istendiği Apo’nun PKK’si, ister bu eylemin arkasında olsun isterse olmasın, tiyneti ve pratiği nedeniyle, TC yetkililerince, Türkiye’de de Dünya’da da kamuoyuna enjekte edilmek istenen yukarıdaki algılamanın kapsamına büyük çapta uygun düşmektedir.
PKK’nin devlet güdümünde olmayan yurtsever yetkilileri bu eylemle ilgilerini behe meal açıklamakla kalmamalı, halkımıza ve demokrasiye saldırının gerekçesi yapılan ve yapılacak olan bu tür vahşi eylemleri yapmadıklarını ve yapmayacaklarını açık ve güvenilir bir biçimde ortaya koymalıdırlar.
23 Mayıs 2007
Bu demecin neredeyse aynısını, üstelik aynı günde, Cunta’nın Birleşmiş Milletlerdeki Büyükelçisi Coşkun Kırca New York’ta, Cunta’nın Dışişleri Bakanı İlter Türkmen ise, Cunta nedeniyle üyelik ilişkilerinin geleceğinin görüşüldüğü Avrupa Konseyi’nin Strasburg’daki bir toplantısında veriyor ve anılan uluslararası platformlar, istendiği gibi etkilileniyordu da. TC’de Aynı Gelenek ve Yöntem Devam Ediyor!,