Ah zulüm
Selim Çürükkaya / Telefondandaki ses: “Kivrenin amcası vefat etti.” Dedi.
Nasıl oldu ki? Daha gençti, dediğimde: “kanser” cevabını verdi.
Hemen cenaze törenine gitmek istedim.
Bildiğim bütün telefonlar suskundu.
Onlarda ölmüştü sanki, ağlıyor, ama konuşmuyorlardı.
Bir tek telefondan Deniz’in sesi geldi: “Herkes Danimarka’da” dedi.
Ben denizin bu tarafında kalmıştım
Bekledim ve kivremin amcasını düşündüm. Zaten ömrümde kendisiyle bir kez karşılaşmıştım
Okumuş, bilgili, halden anlayan bir insandı.
Aslında o beni, bende onu tanırdım.
Geçmiş ve gelecek üzerinde konuşmuştuk
İyi duygularla birbirimizden ayrılmıştık
Aradan daha iki yıl geçmemişti ki; ölüm haberini almıştım
Üç gün sonra , bazı dostlarımla birlikte taziyenin kurulduğu yere doğru yola koyulduk.
Yol boyunca onu anlattılar
Gurbet elde ölmenin zorluğunu konuştular.
Kürdistan’ ın İdil kasabası ile Danimarka’nın Nyköbing kasabasını tartıştılar.
Kivremin Kürdistan’ da doğduğunu, Danimarka’ da öldüğünü anlattılar
“Esaret” altında doğmak ile “sürgün”de ölmek kaderimiz mi? Dediler.
Taziye yerinde büyük kivrem ile karşılaştım, gözlerinin etrafı mosmor kesilmişti.
Sakalları uzamış, rengi sararmıştı.
Yanında kardeşleri vardı.
Dağ gibi yiğitleri genç yaşında, onlardan ayrılmıştı.
Kocaman bir resmini duvara asmışlardı.
Ve manevi huzurunda üstü beyaz perdeli masalaın etrafında oturmuşlardı.
İçeri girdiğimizde hep birlikte ayaklandılar
Adet üzeri: “Başınız sağolsun” deyip tek tek öpüştük.
En yaşlımız “fatiha” için ellerini havaya kaldırdı
Bizde ona uyduk
Fatihadan sonra Vefat eden kivremin büyük abisi
Kardeişini bize anlatmaya başladı.
Asıl adı “Şeyxmus Savaş” tı dedi. Fakat Danimarka da adını değiştirdi
“Selim Fırat Savaş” yaptı. 1963 yılında idil de doğdu.
1977 yılında katıldığı bir gösteriden dolayı daha 14 yaşındayken göz altına alındı.
Karakolda dayak yedi, işkence gördü. “Korkutularak(!)” serbest bırakıldı.
Ama o korkmadı, devrimci oldu!.
1978 yılında ikinci kez tutuklandı, bu kez iki ay cezaevinde yattı.
Tahliye olunca ona bir pasapot aldırıp Avrupa’ ya yolladık.
Almanya’ da Hamburg kentine ulaşmış,
Burada iltica etmiş, ama Kürt kitleleri içinde propaganda çalışmalarına katılmış
Ardından Gerilla eğitimi görmek için Suriye ‘ye gitmiş.
Suriye’ nin ötesine Kürdistan dağlarına kadar uzanmış
Burada 83 ile 85 yılları arasında kafasına bazı şeyler yatmamış.
Dağlara “elveda” diyerek Suriye’ye dönmüş
Kendi imkanlarıyla Danimarka’ ya ulaşmış.
Nyköbing kasabasına yerleşmiş
Önce iltica edip dil öğrenmiş, ardında okula başlamış.
Üniversiteyi bitirmiş, dil tarih ve beden eğitimi öğretmeni olarak göreve başlamış
Tabi bu kasabada Danimarkalı bir bayanla evlenmiş
İki oğlu, birde kızı olmuş, o ülkenin dilini kültürünü gelenek ve göreneklerini özümsemiş.
Arkadaşlar edinmiş, öğrenciler yetiştirmiş.
Bir ara küçük kardeşine: “Ben kendimi bu toplumun bir ferdi gibi görüyorum “demiş
Hatta ölürsem beni buralara gömün diye vasiyetini yapmış.
Bırakıp geldiği kasabasında kimi kimsesi kalmadı mı kivremin?
Kardeşleri akrabalarının tümü oraları terk mi etti?
Yaşlıları, dayıları, amcaları mı öldü, yaksa çocuklarından dolayı mı gitmek istemedi ülkesine?
Belki de insanlığı, demokrasiyi, özgürlüğü burada gördü, bundan dolayı mı Danimarka da gömülmek istedi?
Yoksa İşkenceden inim inim inlediği, aşağılandığı, ülkesine, ölü olarak dahi gitmek mi istemedi?
Bu sorularımı kendisine sormak isterdim:
Ama o Danimarka’ da gömülmekle yanıtını vermişti zaten.
Hey evin ocağın yıkılsın zulüm
Bizi yerimizden, yurdumuzdan ettin
Her birimizi bir ülkeye attın
Kimimizi kanser, kimimiz sakat ettin
Yıkılmadın gittin
Ah zulüm, kapını çalsın artık ölüm!