Lozan Davası 2
Selim Çürükkaya / İsviçre dağlar, nehirler, göller ve tüneller ülkesidir diyebilirim. Ve biz Lozan’a doğru yola çıkmışız..
Keskin virajlar var, Nihat bu yollara alışkın değil, bazen karanlık virajlardan sonra, içi ışıklandırılmış uzunca tünellere giriyorduk.. Yanılmıyorsam dünyanın en uzun ve en sağlam tünelleri bu ülkededir. Lozan’a gecenin geç saaatlerinde vardık. Nihat nereye gideceğimizi biliyordu, park bulmakta hayli zorlandık. Ama neticede bulduk.
Nihat’ ın kardeşi Fehmi Budan bizi bekliyordu, kapının girişinde karşılaştık, içten “hoş geldiniz” dedi. Oturma salonunda karşı karşıya konulmuş koltuklarda oturduk.. Nihat kızmazsa eğer, diyebilirimki Fehmi ondan daha yakışıklıdır.
Pırıl pırıl, efendi, terbiyeli, güleryüzlü, kumral, gözlerinin içi daima gülen, kendisiyle barışık bir gençti. Öyküsünü çok iyi biliyordum ama yüzyüze ilk olarak kendisiyle görüşüyordum. Başından geçen olayları birde kendisinden dinlemek istediğimi söyleyince, gözlerinin içi güldü, henüz ilk kelimeyi sarf etmeden yüzünden bir hüzün bulutu geçti, başını dik tuttu ve anlatmaya başladı:
Lisede öğrenciyken Kürdistan davasının detaylarını fark ettim, sorunun çözümü için PKK ya sempati duydum. Biz bir grup öğrenci gece gündüz durmadan yapılması gereken her işi yapıyorduk……
Deşifre olunca İstanbul üzeri Türkiye’yi terk ederek Balkan’lara ulaştım. Romanya’da PKK derneğinin bulunduğunu duyduğumda çok sevindim ve hemen oraya koştum. Dernekte çalışanlar ile tanışınca kırk gün kadar oralarda kaldım. Bu süre zarfında derneğin yaptığı çalışmalarda onlara yardımcı oldum. Ardından arkadaşlarımın ilgisi ve bilgisi dahilinde Avrupa’ya geldim, bir müddet Almanya’ da kaldım, buradan Hollanda’ya gönderilerek, üç aylık eğitim devresine alındım. Bu eğitim devresine kadar ben yalınız PKK yi dış görüntüsüyle biliyordum. Eğitimden sonra PKK’ nin içinin farklı, tuhaf, bilinmezliklerle dolu, esrarengiz ve diş görünüşünün tersi olduğunu hissetmeye başladım.
Eğitim süreci bitince sorumlu olarak İsviçre’nin Zürih kentine yollandım. O tarihlerde İsviçre sorumlusu, PKK başkanlık konseyi üyesi Haydar Kaytan’ın Kardeşi Deniz Kaytan’dı ve bende Deniz’e bağlı olarak çalışmaya başladım.
Gün geçtikçe gözlerim yeni ve korkunç bir gerçeği görüyordu. Örgüt dış görünüşünde demokrasi istiyordu veya demokratik bir toplumdan söz ediyordu. Ama içerde demokratlıktan, demokrasiden söz eden ve demokrasi isteyen herkesi en acımasızca yöntemlerle eziyordu….
Örgütün dış görünüşüyle “özgür insan yaratacağım” diyordu ama içerde özgür insanlar Öcalan’ın kurduğu bir presten geçiriliyor, kişilikerini yitirmiş yaratıklar haline getiriliyordu. Zaten dıştan militan, içten mürit olan örgüt üyelerinin dilinden „kendi kişiliğini yıkıp yok etmeyen kişi, önderlik çizgisini tutturamayan kişidir” sözleri eksik olmazdı.. Yine örgütün dış görünümü anti kemalistti ama içi kemalizmin entrikalarıyla doluydu.. Örgüt dıştan Kürt yurseverliği ile cilalanmıştı ama içi Kürdü ve bütün özelliklerini yutan bir canavardı…..
Örgütün lideri, tarikatın şefi, mekanizmanın başı imralı adasına dönüp „Kemalizmi güncelleştirelim” talimatlarını örgütüne yollayınca kesin olarak ayrılmaya karar verdim. Deniz Kaytan’ın yanına gittim. Ona : „Ben artık kimseye her şey çok iyidir diyemiyorum. Halkıma da yalan söyleyemem, bundan dolayı örgütten ayrılıyorum” dedim ve yanından hızla ayrıldım. O ise arkamdan bağırarak „Bu dünyayı hemen terk et, defol git!” dedi.
Burada Fehmi’ nin sözünü kestim:. „Müsaaade edersen ben burada sana Deniz Kaytan’ın Bu tarikata nasıl katıldığını ve onun başından geçen korkunç bir olayı anlatayım,” dedim.:
Bundan yaklaşık olarak üç yıl önceydi, Hamburg’ da PKK dışındaki diğer Kürt örgütlerinin düzenledikleri bir toplantıya katılmıştım. Bir ara toplantıya ara verilmişti, dış salonda bir arkadaşım ile ayakta sohbet ederken tanımadığım, esmer, ortaboylu, orta yaşlı, zayıf bir erkek bize yanaştı, adımı söyleyerek elini bana uzattı, „merhaba” dedi. Bende “merhaba” diyerek elini sıktım. Adam hal hatır sorduktan sonra Siverekli oduğunu, bir konuda benimle konuşmak istediğini söyledi, „buyurun” dediğimde, elini ceketinin iç cebine götürdü, sarı bir zarf çıkardı, dikkatle açtı, içinden bir fotoğraf çıkararak elime tutuşturdu. Dikkatle baktım, üzerinde deri mont, külrengi kazak bulunan, saçları kısa kesilmiş, kaşları, gözleri. dudakları burnu Tanrı tarafından mükemmel çizilmiş genç bir kız . Elimdeki fotoğrafın arkasına baktım:
„Asiye Üçler
13.03.1969 Samsun
Kod Adı: DİCLE
Dağa gittiği tarih: Mayıs 1990
Malatya üniversitesinden”
Bu satırları okuyunca karşımda dikilmiş, hesap soran bir yüz ifadesiyle bana bakan adama : „Tanımıyorum, bu bayan kimdir dedim?” Şu anda adını unuttuğum kişi Asiye Üçlerin babasının aslında Siverek’ li bir Zaza olduğunu, Polis memuru olarak Samsun’ da görevliyken bu kızının doğduğunu.. Asiye Üçler’ in 1990 yılında Malatya Üniversitesinde öğrenciyken Mayıs ayında 10 kişilik bir grupla birlikte dağa, gerillaya katılmak için gittiklerini, fakat ailesinin bu güne kadar kızları hakkında bir haber alamadıklarını söyledi ve ardından kız benim çok yakın akrabamdır, imkanın varsa bir araştır, sağ veya ölüyse bana haber ver dedi..
Elimdeki resmi zarfa koydum, ceketimin iç cebine yerleştırdim. Asiye’ nin akibetini araştırarak sonucu kendisine ileteceğimi söyledim…
Aradan kaç gün geçti bilemiyorum, eski gerilla komutanlarından bir kaçıyla bir araya geldik, cebimdeki resmi çıkarıp onlara gösterdim, tanımadılar, kızın adını söyleyip öyküsünü anlatınca, hep bir ağızdan „Haaa! Bu Deniz Kaytan’ ı seven Siverekli kızdır” dediler. Ve korkunç gerçeği en ince ayrıntılarına kadar bana izah ettiler:
„Deniz Kaytan 1990 yılının Mayıs ayının ortalarında Malatya üniversitesinden 9 kişilik bir öğrenci grubuyla Botan bölgesine gerillalara katılmak için gidiyor. Öğrenciler, pırıl pırıl, kararlı, yetenekli, genç ve atılgan, hayalleri büyük, düşleri tertemiz. Özgürlüklerin boğulduğu, düşüncelerin tutsak edildiği üniversiteyi terk ederek özgürlüğün kaleleri zannettikleri dağlara sığınmaya gidiyorlar. Kimi kendisini Deniz gezmiş, Kimisi kendisini Che Güvera, kimi kendisini Genaral Mustafa Berzani, kimide kendisini Leyla Kasım gibi hissediyordu…..
Önce Dicle kod adı kullanan Asiye’ nin Deniz’i sevdiği anlaşıldı, bütün sevdaların yasaklandığı dağlarda. Emir geldi, ikisi aniden tutuklanıp bir mağaraya kapatıldılar. Soruşturmada Asiye’ nin babasının polis olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Asiye ile birlikte Malatya üniversitesinden gelenlerin tümü grup olarak tutuklandı. Dayakla, işkenceyle polis ile ilişkili geldikleri tutuklananlara itiraf ettirildi. Kabul etmeyenlerin sırtına yanan naylon damlatıldı, daha inat olanlar çırılçıplak soyularak çarmıha gerildi, ateşte kızdırılmış şişlerle ayaklarının altı yakıldı ve istisnasız herkes “partiyi içten ele geçirmek amacıyla polis tarafından gönderildiğini” kabul etti. Ve bu cezalarına karşılık teker teker kurşuna dizilerek birer çukura gömüldü.
Bu olayda kurtulan tek kişinin adı Deniz Kaytan’dı.
Deniz sevdiğine ihanet etti. Ve Deniz Haydar Kaytan’ın kardeşi olduğu için öldürülmedi.
Arkadaşları gözleri önünde öldürülerek, boyun eğdirildi ve ömürboyu susan bir alet haline getirildi „
Bunları bilmeyen Fehmi çoktan dalmıştı, Avrupa’ da bir alet gibi Kürt halkına karşı kullanılan Deniz Kaytan çok sonraları Türk polisine teslim olunca, bildiği her şeyi onlara itiraf etmiş, ömrünün kalan kısmını türk ordusuna hizmet etmekle geçireceğini beyan ederek hayatını kurtarmıştı.
İşte bu yaratık Fehmi’ nin ardından „”Bu dünyayı terk et, hemen defol git!” diye bağırmıştı.
Sustuğumu Gören Fehmi kaldığı yerden anlatmaya devam etti..
Zürih’te yaşıyordum, çünkü burada iltica etmiştim, bir Heimde kalıyordum. Yanılmıyorsam, 2002 yılının mayıs ayıydı bir imamla birlikte lokantada oturmuş yemek yiyorduk, Bingöl Simsor köyünden tanıdığım birisi, üç kişiyle birlikte başka bir masada oturuyorlardı, bana bakıp kendi aralarında konuşuyorlardı, üçünüde yakından tanıyordum, derneğe gelip gidiyorlardı, Mürit menfaatçi ve dalkavuk kişilerdi, bir ara dışarı çıktılar, kendi aralarında tartıştılar, tekrar içeri girerek üzerimize saldırdılar, birisi masanın üzerindeki kül tablasını alarak kafama vurdu……
DEVAM EDECEK
Fehmi’ nin yargılandığı Mahkeme salonu