Maaşsız Duranlar
Selim Çürükkaya / PKK içinde ki en karanlık kişi Kalkan Duran,
geçen hafta „maaşlı yazarlar“
başlığını taşıyan bir makale yazdı.
Bu makalesi çeşitli yayın organlarında yayınlandı.
Okuduğumda, cevap vermeye değmez
diye düşündüm. Ama bazı yarı aydınlar,
Kalkan Duran karşısındaki çapsızlıklarını sergileyince,
kısa bir cevap vermeyi uygun gördüm.
Kalkan Duran makalesine şöyle başlıyor:
„Oldum olası hep parayla yazanların,
sözde beyninin ürünü olan düşüncesini
satarak yaşayanların durumunu düşündüm.
Allaha şükür, ben hiç parayla, maaşla yazmadım.
Hiçbir zaman yazdıklarımı, kendimi
yaşatmak amacıyla para kazanmak için piyasaya sürmedim.
Yazabilecek ve insanların yararına
olabilecek bir şeyler düşünebildiğimde
kalemi elime alıp onları kağıda döktüm,
yazılı hale getirdim. Yazdıklarımı yayın organlarına,
dergi ve gazetelere gönderdim; beğenen,
uygun bulan yayınladı. Beğenmeyenler ise
eğer yırtıp atmadıysa arşivine koymuştur.
Şimdiye kadar hiçbir zaman düşündüklerimin
ve yazdıklarımın karşılığını para olarak almadım,
onlara dayanarak kendimi yaşatmadım.“
Oysa günümüz dünyasında insan şöyle bir
çevresine bakınca ne kadar da çok para için,
maaşlı yazanın var olduğunu hayretle görüyor.
En önemli para sektörlerinden birini
yayın dünyası oluşturuyor.
En büyük piyasaların başında
“beyin ürünlerini” pazarlandığı piyasa geliyor.
Çok tuhaf, ama gerçekten bunlara ne kadar
“beyin ürünü”, “düşünce gücü” denir!
Bir insanın düşüncesini, beyin gücünü
satması ve bunun karşılığında zengin olup
yaşaması olgusunu acaba nasıl yorumlamalıyız?
Buna bir yeteneğin işletilmesi veya üretim denebilir mi?
İnsanlık yararına bazı doğruları bir kişi ortaya
çıkarabiliyorsa, bunları insanlığın kullanımına
sunması gerekmez mi?
Herhalde ilk pazar, ilk alım-satım, dolayısıyla
ilk sömürü ve kölelik beyin üzerinde oluşmuş.
En azından emek gücü üzerinde oluşan pazarla
birlikte ortaya çıkmış olduğu her halde doğrudur.
Emek gücü bile olsa bunun alınıp-satılması iyi
bir şey değildir, çünkü sömürü ve kölelik bunun
üzerinden oluşmuştur. Ancak yine de emek gücünü
satmak doğru olmasa da anlaşılır bir yanı vardır,
fakat beyin gücünü satmanın bence anlaşılır
ve izah edilir bir yanı yoktur.
Çünkü satılana, para için ortaya çıkarılana
gerçek anlamda bir düşünce, insanlık
yararını gözeten üretim denmez.
Bana öyle geliyor ki, insanın en çok
düşürüldüğü yer beynini sattığı noktadır.
Dolayısıyla beyin gücünü veya emek gücünü
satarak yaşamak yerine, bir toprak parçası
üzerinde çalışarak üretim yapmak ve buradan
üretilenle yaşamak, fazla olanı da eş-dosta
dağıtmak herhalde en doğru ve özgür olanıdır.“
Senin düşüncelerin yok ki para etsin,
kafandakileri kağıda döksen,
kitap haline getirsen, dünya piyasasına
sürsen, acaba beş metelik bir değer biçen olur mu?
Kesinlikle olmaz, çünkü kafandaki bilgilerin
hepsi çoktan tarihin çöplüğüne atılmıştır.
Henüz bunları anlamayan Duran saçmalıklarını sürdürür:
„İnsanın özgür, eşit ve demokratik duruşu açısından
gerçek böyle olsa da, günümüz dünyasında
gerçekleşen böyle değildir.
Daha da korkunç olanı, beynini satmak bir
marifet, bir uygarlık ölçüsü olarak görülmekte
ve bu durum teşvik edilmektedir.
Elbette bunu en çok teşvik edenler, beyinleri
satın alınarak onun üzerinde baskı ve sömürü
düzenlerini daha kolay kuranlardır ve bu durum
bir yanıyla anlaşılırdır. Ancak bir de kendilerine
“aydın, yazar” denen beyin satıcıların teşviki
var ki, böylelerine de “ajan” demekten
insan kendini alamıyor.“
İnsanlığın yararına düşünce üretenlerin
düşüncelerinin elbette bir değeri vardır
Ve böyle değerli düşünceler üreten
yazarların fikirlerinden faydalanmak
için insanlar para verir, kitaplarını
makalelerini okur ve bu fikirlerini öğrenirler.
Keşke biz Kürtlerin dünya çapında fikirleri
para eden bir elin parmağı kadar yazarımız olsaydı!
Olsaydı eğer, sende böyle yazamazdın!
Ama kafasında insanlık için yararlı fikri olmayanların
„fikirleri“ zaten beş para etmediği için kimse satın almaz.
Kendiside satmaya kalkarsa komik duruma düşer!
Bunların ne anlama geldiğini bilmeyen
Duran saçmalıklarına yenilerini ekler:
„Devletçi toplum sistemlerinin hepsinde
çok yaygın olarak yaşanan bu durum, özgürlük
mücadelesinin gelişimine paralel olarak son
yirmi-otuz yıl içerisinde Kürt toplumunda da
yaygınlık kazanmıştır.
Kendilerini “Kürt aydını” olarak
sıfatlandıran böyleleri, beyinlerini satarak Kürt
toplumunu aldatmaya çalıştıkları için
aslında ajan rolü oynamaktadır.
Böyleleri, Kürt halkının yararına özgür
düşünce üretme alanında yoktur, demokratik
siyasal mücadele alanında yoktur,
halkı örgütlemede yoktur, gerillada yoktur,
serhildanda yoktur.
Peki, bu nasıl aydınlıktır?
Besbelli ki sahte, yalancı aydınlıktır.
Böyleleri inkar ve imhacı güçlerle gizli
pazarlıklarda ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne
karşı psikolojik savaş kapsamında
geliştirilen saldırılarda vardır.“
Sürekli Kandilde Duran, oradan öte gitmeyen!
Ve orada yatıp Kalkan’a göre:
„Kürt aydını ajan rolü oynamaktadır.“
Neden?
Değeri olabilecek, yani para
edecek fikirler üretiyor!
Sen özgür düşünce üretmeye kalktığı
için yüzlerce düşünen beyni katl etmedin mi!
(Örneğin Çetin Güngör, Enver Ata, Zülfü Gök,
Resul Altınok Abdullah Ekinci, Saime Aşkın gibi)
Sen demokratik mücadelede yer alıp
demokrasiden söz eden yüzlerce
üniversite öğrencisini taşaltı etmedin mi?
(Malatya nüversitesinden topluca
gerillaya katılan ve Deniz kaytan dışında
işkenceyle katl edilen on öğrenci gibi)
Sen örgütlemede, gerillada diktatörlüğe
boyun eğip senin gibi cellat
olmayı kabul etmeyi red etiği için binlerce
cana kıymadın mı?
( Komutan Nasır, Kemale Sor, Rojhelat Sipan,
Berzan Dürre, Kani Yılmaz gibi)
Senin her tarafın karanlık, aydınlığa çıktığın gün,
Kürt yiyen ve onun kanıyla beslenen bir
drakula olduğunu bütün dünya alem görecektir.
Türk Genel Kurmayı inkar ve imhacı güçtür.
Sen ve senin Başkanın onunla açık ve gizli
ilişkiler içindesiniz ve Kürt halkına karşı
psikolojik saldırılar yapıyorsunuz.
Kendi yaptıklarınızı aydınlara yüklemeniz
biraz ayıp değil mi?
Dünyanın en büyük beyni fikirleri para eden beynidir.
Sen millattan önceye ait arkaik bir
deyimle kalkmış bize maval okuyorsun.
Ha fikir satışı değilde
„Bazıları kendilerini satıyor“ diyorsan.
O sensin.
Sen ve başkanın kendinizi bedavaya
satmadınız mı?
PKK yi satmadınız mı?
İsmini bile atmadınız mı?
Bağımsızlık isteminden, hiç bir Kürdün
görüşüne baş vurmadan vaz geçmediniz mi?
Kahraman Kürt gerillalarını Arap Fars ve
Türk devletinin maşası haline getirmediniz mi?
Yıllardır binlerce Kürt gencini Kemalisttirler
gerekçesiyle kurşuna dizmediniz mi?
Kalanları da bu gün Kemalist değiller
gerekçeleriyle katl etmiyormu sunuz?
Şimdi bu halinle kalkmış hiç utanmadan
demokrasiden, fikir üretmekten aydından,
aydınlıktan söz ediyorsun!
Evet Kürt aydını eleştirilmelidir.
Ama senin anladığın anlamda değil!
Davayı satan, PKK içinde demokrasiyi yok eden,
Düşmanın bile uygulamadığı iğrenç yöntemlerle
Yurtsever gerilları içte imha eden senin gibilere
karşı sessiz kaldıkları için eleştirilmelidirler.
Kürt aydını, Türk devletine karşı geldi.
Devletin işkencelerine karşı geldi
Kemalizme karşı geldi
Devletin faili meçhul cinayetlerine karşı geldi
Devletin idam cezalarına karşı koydu
Sürgün oldu, hapse girdi
Bu mücadelesiyle bir kimlik sahibi oldu.
Ama sana karşı gelemedi
Senin yaptığın işkenceler karşısında sustu
Senin savunduğun resmi iddeolojiye boyun eğdi
Senin işlediğin binlerce faili meçhul
cinayeti görmemezlikten geldi.
Senin yaptığın idamları görmedi.
sana karşı mücadele verip hapsine girmeyi göze alamadı
Ve bu yüzden aydınlığı yarım kaldı.
Şimdi sen bu yarım aydınlara yükleniyorsun
„Siz ajansınız“ diyorsun.
Onlarda senin korkunla terbiye olmuş,
zavallılar gibi kendilerini savunmaya
kalkıyorlar ve günah çıkarıyorlar:
„Vallah biz ajan değiliz, kimseden de para almış değiliz.
Eğer böyle bir durum varsa, açığa çıkarınız.
Biz tırnak içindeki yazarlar gibi de değiliz.
Asıl tehlikeli olanlar o tırnak içindeki yazarlardır.
Biz sizden daha çok onlara karşıyız.
Bak fazla üzerimize gelmeyin, tırnak içindeki
yazarların ekmeğine yağ sürersiniz.
Böyle yaparsan seni Sayın Abdullah Öcalan
ve Sayın Murat Karayıla’na şikayet ederiz“ diyorlar.
Bazı yarım aydınlar da sana karşı çıkacaktı,
ama anaları müsaade etmedi
Ve o yarım aydınlar da analarına:
„Tamam ana, ben dediklerine uyuyorum,
birde Ali Haydar! a söyle:
Deki Kemalizmi savunmasın,
Deki Kemalist olmak istemeyen Kürtleri katl etmesin
Deki kendisi resmi ajanlık yaparken;
Kürt gençlerini ajan olarak damgalayıp öldürmesin!
Kurban olduğum anam, senin sözün neden
Kürt öldürmeyen benim üzerimde geçerlidir de
başkasına kâr etmiyor!“ diyemedi.
Aydınları bu hale getiren ve suçlarının
ağırlığı tonlarla bile ölçülmeyen düşmanın kalkanı der ki:
„Denebilir ki, bunlar yeni değildir.
Özellikle uluslararası komplodan beri geçen
on yıl içinde böyle saldırılar hep yürütülmüştür.
Bu doğrudur, ancak yeni olan,
PKK’ye karşı yürütülen psikolojik savaş
kapsamında görevlendirilmiş olan bazı internet
sitelerinde İsmail Beşikçi gibi
“bilim adamı” kimliğiyle bilinen kişiliklerin de
boy göstermeye çalışmış olmasıdır.
Buna bakarak insan, yazık çok yazık diyebilir.
Ancak böyle söylemekten çok, PKK ve Önder
Abdullah Öcalan’a karşı yürütülen
psikolojik savaşın kazandığı düzeye
dikkat çekmek daha doğru ve anlamlıdır.
Tüm yurtseverlerin bu gerçeği görmesi gerekir.“
Kalkan ve Duran sende biliyorsun
ki Uluslararası komplo hikâyedir.
Senin adamın Şam’ dan çıkmadan çok önce
Ankara’ya gideceğini biliyordu.
„komplonun“ kendisi
Kürt halkının mücadelesine karşı psikolojik bir savaştı.
Sen ve senin Başkanın Kürt halkına
komplo yapanlarla birlikteydiniz.
Sizin emrinizdeki bitün radyolar, televizyonlar
gezeteler özel savaşa hizmet ediyor.
Ve kürt halkının canı emeği alın teriyle
yaratılan o araçlar şimdi Kürtlerin
mücadelsini tasfiye etmek ve Kürtleri
Kemalizmin uşağı yapmak için yayın yapıyor.
Tabi sen bütün bunların bir gün
anlaşılacağını biliyorsun.
Bunun için Kürtler içinde
düşünebilenlerden korkuyorsun.
Öldürebildiklerini zaten öldürdün.
Henüz zincirlerini koparamamış,
ama bir şeyleri fark etmiş, kilise ile
cami arasında kalan ve seninde henüz kölen
olarak gördüklerine yükleniyorsun
„Bak size ajan derim ha!“ deyip kokutuyorsun.
Hiç utanmadan aynı şeyi Sayın
İsmail Beşikçi’ ye de yapmaya kalkıyorsun!
Onun internettte yaptığı mütevazi bir iki
eleştirisinden dolayı bilim adamlığı payesini
alıveriyorsun ve onu özel savaşın
adamı olmakla suçluyorsun.
özel savaşın adamının Beşikçi’yi özel
savaşın adamı olarak suçlaması çok ilginç değil mi?
Danıştay baskınını yapan ve danıştay hakimlerini
kurşun yağmuruna tutan Kığı’ lı avukatın
„Ben Allahın Askeriyim“ diye bağırması,
yakalandığında Genaral Veli Küçük’ ün
askeri çıktığı örneğinde olduğu gibi!