İmralı Analizi
Selim Çürükkaya / İmralıda mukim Abdullah Öcalan 9 Aralık
2008 Çarşamba günü görevli Avukatlar
aracılığıyla basında yaptığı açıklamalara
göre yine ilginç görüşler ileri sürdü.
Görevli Avukatalar basın için düzenledikleri
bu açıklamanın ilk parağrafı aynen şöyleydi:
„Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Diyarbakır’ın
inisiyatif almasını isteyerek ‚Böylece Kerkük,
Diyarbakır’ı arkasından değil, Diyarbakır Kerkük
ve Erbil’i arkasından sürüklemelidir” dedi.
Öcalan Kürtlerin birliğini istediğini belirterek ,
‚Biz Lozan’ı güncelleyerek İkinci Lozan’ı hayata geçirmeliyiz.
Benim Misak-ı Milliyle anlatmak istediğim
tüm parçalardaki Kürtler arasında gönül
ve dostluk bağının kurulmasıdır’ diye belirti.”
Bu parağraftan kim ne anlayacak, orasını bilemiyoruz,
am biz Öcalan’ ın bu parağrafla bize neyi anlattığını
çok iyi anlıyoruz.
Türkiye Cumhriyetinin en büyük korkusundan biri,
Kerkük’ ün Güney Kürdistan’ a katılması,
Kerkük ile Erbil’ in elele vererek kalkınması,
Kürt kültürünü, dilini geliştirmesi, kendi ayakları
üzerinde durabilecek bir Kürt devletini kurması
ve meşruluğunu dünyaya onaylatması,
bunun hemen ardından Diyarbakır’ ın yönünü Erbil’ e çevirmesidir.
TC nin bu korkusu Öcalan’ ın da korkusu olduğu için
Diyarbakır’a tersten bir yer gösteriyor,
diyor ki sen Türkiye Cumhuriyetine tam olarak bağlan;
Kerkük ile Erbil’i arkandan sürükle ve
Lozan’ı güncelleyerek ikinci Lozanı hayata geçir!
Bu görüşünü perçinlemek için şu örneği de veriyor:
İlk toplantılarının Diyarbakır’da
yapıldığını anlatan Öcalan,
Diyarbakır’ın önemini vurgularken şöyle dedi:
“İlk toplantıyı da Diyarbakır Fis’te yapmıştık.
Diyarbakır’da bir yıl memurluk yapmıştım,
o taraflarda kaldım. Diyarbakır’ı anlamak için
1918’deki Diyarbakır’ın şartlarını iyi bilmek gerekiyor.
2008’i tutup geriye 1918″e götürürsek şartların
çok benzer olduğunu görürüz. 1918’lerde
Diyarbakır’da Kürt Teali Cemiyeti vardı.
Merkezi Diyarbakır’daydı.
Bu Cemiyetin bir tarafında Doğu Müdafa-i Hukukçular,
diğer tarafında ise Seyit Abdülkadir ve çevresi vardı.
O dönem Mustafa Kemal, Diyarbakır eşrafına mektuplar yazarak
‘İngilizlerden uzak durun, onlarla işbirliği yaparsanız
var olan Kürdistan’ı da kaybedersiniz’ demiştir.
Bunun üzerine Kürt Teali Cemiyeti ikiye ayrıldı.
Bir tarafta İngilizlere yakın olan Seyit Abdülkadir ve çevresi,
diğer tarafta ise Mustafa Kemal’den aslında
Cumhuriyet’ ten yana tavır alan Diyarbakırlılar vardı.
O dönem tercihini Cumhuriyet’ ten yana yapan
Diyarbakırlılar bugün beni dinlemekte,
benden yana tavır almaktadırlar.
Diyarbakır’ ın pratik-politik duyarlılığı çok gelişkindir.
Diyarbakır hiçbir zaman ne kaba-kör bir şiddetten
yana tavır aldı ne de ulusal iradesinden vazgeçip teslim oldu.
Farklı bir yapısı vardır, iyi çözmek gerekir.”
Bu paragrafla Öcalan bize açıkça şunu da söylüyordur:
1918 yılında Diyarbakır’da iki eğilim vardı;
birisi Kürt Tali Cemiyeti, diğeri Müdafai Hukukçular,
Kürt tarafı ingilizlerin denetimindeydi,
Mustafa Kemal bunları uyardı ve “olan
Kürdistan’ı da kaybedersiniz” dedi, bundan
Dolayı Diyarbakır’lılar Cumhuriyeten yana tavır takındı.
Yine Öcalan’ a göre Diyarbakır’lılar o gün doğru tavır takındı.
Bu gün de kendisi Türkiye Cumhuriyetinden yanadır,
Yine İngilizlerin oyunu vardır ve
Diyarbakır halkıda doğru tavır takınarak kendisini dinlemektedir.
Peki Diyarbakır’lılar o tarihlerde
Mustafa Kemal’ e uydularda ne oldu?
Hangi ulusal hakları elde ettiler?
İngilizlerden uzak durdularda
Musatafa Kemal onların kimliklerini mi tanıdı?
Kendi dillerinden eğitim yapmlarına mı müsaade eti?
Onları adam yerine mi koydu?
“İngilizlerden uzak durun,
onlarla işbirliği yaparsanız var olan
Kürdistan’ı da kaybedersiniz” dedi.
Kürtler uzak durdular „var olan Kürdistan” hani?
Görüyorsunuz ki İmralı’da Kemalizmin
kulu haline getirilen Öcalan yalınız bu günü değil,
tarihide çarpıtmaya çalışıyor.
Halifeliği oradan kaldırmak İçin İngilizlerin
Doğuya yolladığı Kemal gerçeğini göz ardı eden
Öcalan, kendi halkının davası için gözlerini
kırpmadan idama giden Kürt yurtseverlerinin
oyuna geldiklerini, kullanıldıklarını söyleyerek
kendi kullanılmışlığını gizlemeye çalışıyor!
Bakın görevli avukatlar aracılığıyla yapılan açıklamasında
idam edilen iki önemli kürt önderi
hakkında neler söylüyor:
“Ben Şeyh Sait ve Seyit Abdulkadir’e
İngiliz ajanı diyemem, demem ancak
İngiliz oyunlarını görememişlerdir,
İngiliz politikalarına alet olmuşlardır.
Bildiğiniz gibi Seyit Abdulkadir de oyuna
getirilerek İngilizlerle görüştüğünü
sanırken Mustafa Kemal’in gönderdiği
kendine İngiliz ajanı süsü veren
şahıslarla görüşmüştü.
Bu nedenle idam edilmişti.”
Öcalan’ a göre Şeyx Said efendi ve Seyit Abdulkadir
Ajan değiller ama İngilizlerin kullanmalıklarıdırlar.
Ve bu yüzden dolayı Şeyx Said idam edildi, Seyit
Abdulkadir Mustafa Kemal tarafından bir oyuna getirilerek
„Mustafa Kemal’in gönderdiği
kendine İngiliz ajanı süsü veren
şahıslarla görüşmüştü.
Bu nedenle idam edilmişti“
Bu hille ve aşağılık entrikaya rağmen Öcalan:
Kendi „fikir babası!” hakında şöyle demekten
çekinmemektedir:
„Aslında Mustafa Kemal o kadar
Kürt düşmanı değildir.”
Öcalan’a göre Mustafa Kemal
Türkieye’deki Kemalistler tarafından tahrif edilmiş.
ve onun anlaşılması engellenmiştir:
Bakın hazret bu konuda neler buyuruyor:
„Mustafa Kemal gerçekte Türk
toplumundan da gizlenmiştir.
İzmir’deki konuşmasında Kürtler
için muhtariyet düşünülebileceğini söylemiştir.
İngilizler Mustafa Kemal’den
intikam almaya çalışıyorlardı.
İngilizler o zaman Musul Kerkük’te
petrol olduğunu keşfetmişlerdi,
bu nedenle buraları almak istiyorlardı.”
Bütün bunları 80 yıl boyunca Kemalistler;
resmi tez adı altında piyasaya sürmüşlerdi.
„İngilizler Musul ve Kerkük’ü almak için Şeyx Said
Ayaklanmasını tertip ettiler.”
Öcalan bu gün efendilerinin
yalanlarını bize anlatıyor. Anlatmakla yetinmiyor:
Diyorki; bu gün de İngiliz oyunu var
Ve yine diyorki bu gün de
Şeyx Said ve Seyid Abdulkadir
gibi davranan Kürtler var.
Ama kendisi bunları boşa çıkarmak,
Musatafa Kemal gibi Türkiye
Cumhuriyetinin çıkarlarını savunmak için,
“İngilizlerin denetimine girmemiş”!,
Kemalistlere her şeyini teslim etmiştir:
“O dönem hayata geçirilmeye çalışılan siyasal teoloji,
1990’larda da benim üzerimden uygulanmaya çalışılıyordu.
Çürükkayalar’da Şemdin’de inanılmaz bir iktidar hırsı,
önderlik hırsı vardı.
Ben, “neden bu kadar istiyorlar”
diye merak ediyordum, buna çok şaşırıyordum.
Nedir bu önderlik merakı,
biz onlarca sorunla boğuşuyoruz.
İngilizler tarafından 1927’lerde
Mustafa Kemal’e uygulanan siyasal teoloji
1990’larda Çürükkaya ve
Şemdin onlarla bana uygulandı.
Ben bu İngiliz oyunlarını gördüm,
İngiliz oyunlarını bozdum, tüm bunları boşa çıkardım.
Benim tasfiye kararım da ta o zamanlar alınmıştı.
Doğan Güreş ‘90’larda Londra’ya gitti.
Ve İngilizlerden “Kürtleri ez, vur” talimatını aldı.
Bunun üzerine döndükten sonra beni sıkıştırmaya başladılar.
Hatta o dönem Güney’li bazı güçler de,
beni sık sık çağırıyordu.
Beni kendi yanına çekmeye çalışıyorlardı.
Ben de gitmiyordum.
‘PKK bağımsız bir harekettir,
PKK kimsenin denetimine girmez’ diyordum.
İttifaksa ittifak yapalım, diyordum.
Ama bu onlara yetmiyordu,
denetimlerine girmemizi istiyorlardı.
Daha sonradan net olarak ortaya çıktı ki,
bu talepleri, İngilizlerin talebiydi.
İngilizlerin Ortadoğu’daki
politikalarının bir gereğiydi.
Ben bu politikaları bozuyordum.”
Herkes biliyor ki Çürükkayalar ve Sakık’lar
ne koltukta oturmak için, nede oturdukları
koltuktan kalkmamak için, bu güne kadar;
tek bir kürdü öldürmediler.
Ne İngilzlerlerin nede başka bir
dış gücün uşağı olmadılar.
Her kesin uşağı olma, Öcalan’ ın markasıdır.
Bunu en iyi onu kullananlar bilirler