Dizi Yazılar

Susmak Ölmektir 30

Burada bir nokta, Sakine dağda karargah kurmuş bir ‘Sultan’ı anlatmış, daha doğrusu eleştirmiş. Bu ‘sultan’ın kimin sultanı olduğunu anlatamamış. Niye buna sultan dediğini ben biliyorum, ama okuyucu bilmeyebilir! Ben buna ‘sultaniye’ diyeyim.

Selim Çürükkaya / Sakine, Güney Kürdistan’a ulaşınca, önce onu YAJK karargahına yerleştiriyorlar, kendisine ‘burada kal’ diyorlar. Sakine bu karargahta uzun süre kalıyor. Bir gün silahını ve çantasını alıyor, karargahı tek başına terk ediyor. Ancak bundan çok sonra bu kaçışını yazıyor ve biz okuyunca kaldığı karargahın nasıl bir karargah olduğunu anlamış oluyoruz:

“Zor bela YAJK karargah noktasından kaçmıştım. Gerçekten tam bir kaçış. Karargah ‘sultan karagahı’ydı. Savaşın en sıcak dönemi ve her yerde kıyamet kopuyordu, güçlerimiz, kadınıyla erkeğiyle amansız çatışıyor ama karargah noktası adeta kilitlenmiş!.. Basit, günlük sıradan sorunların içine gömülmüş bir yönetim tarzı dayatılıyor ve bu var olan bayan gücünü iyice bunaltmıştı. İradesiz, duyarsız, tepkisiz bir ruh hali egemen olmuştu. Kader belirleyen bir savaş vardı oysa. (1995 KDP ile savaş kast ediliyor. S.Ç)

Kürdistan’ da ilk kez ihanet tarihi böylesine tersine çevriliyordu.
Bunlar büyük emek ve kahramanlıklarla yaratılıyordu. Kadını ve erkeği ile yoldaşlarımız, aylardır açlık, soğuk uykusuzluk içinde; şehit ve yaralılar ile iç içe ama büyük moralle savaşıyorlardı. Fakat YAJK karargahında Sozdar (Sultan) yanına birkaç uydu kişiliği alarak, bireysel kaygıyla iktidarını kaptırmamak telaşındaydı. Savaşı kendinde durdurmanın ruh haliyle bunlar neyin yönetimini yürütüyorlardı? Öfkeden çatlamamak elde değildi. Savaş komutanlığı yok, savaşı yürütenlerle ortak ruh birliği, çalışma birlikteliği yok. Yetki hırsızı ve ucuz komutanlıkla çevrelerini kırıp döküyorlar.

Ne tartışabiliyoruz, ne de müdahale etme gücüne sahibiz. En sonunda patlamıştım ‘Sultan’a:

Kendine göre bir iktidar kurmuşsun, savaşın nasıl yürütüldüğünden haberin yok, kendini buraya hapsetmişsin, bu yetmezmiş gibi bizi de tutmaya çalışıyorsun, sınırlıyorsun. Her şeyi kendin yetkin, tasarrufun altına alıyorsun. Talimatını dinlemiyorum. Bu kadar iradesizliği kimse kabul edemez. Her şeyi kendinde tıkamışsın, savaş var ama sen nerdesin? Ben gidiyorum, bir savaşçı olarak gidiyorum. Git Merkez karargaha ne söylersen söyle! İstersen her şeyi yine Sara’yla (Sakine) açıkla. Zaten gidip her şeyi kendine göre aktarıyorsun.

Avazım çıktığı kadar bağırmıştım.

Ama o çok rahattı. Elleri ceplerinde, taşın üstünde ayakta, ayağını oynatarak ilginç bir şekilde gülüyor. Bu da haliyle beni daha da tahrik ediyordu. 93 ten beri birlikte aynı yönetimdeydik….Bir kaçıştı benimkisi ama nereye? Yanlış, yöntemsiz savaş, sonuç alınmayınca kaç! Halk dilinde ‘öfkeyle kalkan zararla oturur’ denilir ya öyle bir şeydi. Fakat ben bu yaptığımı pek sevmiştim. Aslında genelde yaşananlar farklı değildi. Sorun bir ‘sultan’ sorunu da değildi. Bir tarzdı, bir sistemdi genel çalışmalarımızı etkiliyordu. Tarih boyunca iktidarlaşamamış, tepeden iktidar olma istemi bir felaketti tek kelimeyle. Tek kişilerin iktidarı nerede görülmüştü acaba? Dayanakları olmayan iktidar nasıl bir iktidar olurdu? Herkes de bunun farkındaydı. Birbirine benzeştiklerinden kaynaklı yaşam buluyordu bu tarz. Başarısızlığın kaynağı bu tarzdı. Ve Önderliği de bu öfkelendiriyordu.” (103)

Burada bir nokta, Sakine dağda karargah kurmuş bir ‘Sultan’ı anlatmış, daha doğrusu eleştirmiş. Bu ‘sultan’ın kimin ‘sultan’ı olduğunu anlatamamış. Niye buna sultan dediğini ben biliyorum, ama okuyucu bilmeyebilir! Ben buna ‘sultaniye’ diyeyim. Peki Sakine’nin ‘Sultan’a yönelttiği eleştirilerin tümü Şam’daki ‘Sulatan’ için de geçerli değil mi?

Bakalım:

1. Eleştiri: “Savaşın en sıcak dönemi ve her yerde kıyamet kopuyordu, güçlerimiz, kadınıyla erkeğiyle amansız çatışıyor ama karargah noktası edeta kilitlenmiş!..” (Öcalan evinde maç seyreder, yanındakilerle sohbete dalardı)

2. Eleştiri:

“Basit, günlük sıradan sorunların içine gömülmüş bir yönetim tarzı dayatılıyor ve bu var olan bayan gücünü iyice bunaltmıştı.”(Şam’a giden herkes bunalıyordu, Haydar Kaytan, bunun bilimsel analizini yapmıştı, arkadaşları yolluyoruz, gidiyorlar orada önderliğin büyüklüğü ile karşılaşınca, bunalıma giriyorlar (!)demişti.)

3. Eleştiri:

“Kadını ve erkeği ile yoldaşlarımız, aylardır açlık, soğuk uykusuzluk içinde; şehit ve yaralılar ile iç içe ama büyük moralle savaşıyorlardı. Fakat YAJK karargahında “Sultan” yanına birkaç uydu kişiliği alarak, bireysel kaygıyla iktidarını kaptırmamak telaşındaydı.”( Bu satırlar tam olarak Şam’daki Sultan için yazılmış gibidir.)

4. Eleştiri:

“Savaşı kendinde durdurmanın ruh haliyle bunlar neyin yönetimini yürütüyorlardı?” (Şam’daki Sultan sadece savaşı değil her şeyi kendinde durdurmaya çalışıyordu)

5. Eleştiri:

“Savaş komutanlığı yok, savaşı yürütenlerle ortak ruh birliği, çalışma birlikteliği yok. Yetki hırsızı ve ucuz komutanlıkla çevrelerini kırıp döküyorlar. “( Şam ‘da ki Sultan tam olarak böyledir.)

6. Eleştiri:

“Ne tartışabiliyoruz, ne de müdahale etme gücüne sahibiz.” ( Şam’ daki Sultanın karşısında tam da böyle idiniz/ idik !)

7. Eleştiri:

“Kendine göre bir iktidar kurmuşsun, savaşın nasıl yürütüldüğünden haberin yok, kendini buraya hapsetmişsin, bu yetmezmiş gibi bizi de tutmaya çalışıyorsun, sınırlıyorsun. Her şeyi kendin yetkin, tasarrufun altına alıyorsun. “(Şam’da ki Sultan aynen böyle yapmıştı)

8. Eleştiri:

“Her şeyi kendinde tıkamışsın, savaş var ama sen nerdesin?” (Şam’ daki Sultan, Şam’da yatar!)

9. Eleştiri:

“Tek kişilerin iktidarı nerede görülmüştü acaba?” (Şam’ da, yoksa göremedin mi?)

Sultani’ye ne öğrenmiş idiyse, Sultan’dan öğrenmişti. Sultan ne yapmış idiyse Sultaniye onu taklit ediyordu. Ve de Şam’da öğrendiklerini dağda harfiyen uyguluyordu. Aynısının tıpkısı. Sakine’ de bu noktayı fark etmiş gibi, baksanıza ne diyor:

“Aslında genelde yaşananlar farklı değildi. Sorun bir ‘Sultan’ sorunu da değildi. Bir tarzdı, bir sistemdi.” Ama Öcalan’ı işin dışında tutmak için: “Ve Önderliği de bu öfkelendiriyordu” diyerek noktalıyor.

Sakine’nin Karargahtan Kaçışı, Amediye boğazına Dr. Süleyman’ın (****) taburunun yanına kadar devam ediyor. Burada Dr. Süleyman’ dan Hamili’nin Fırtına taburunun komutanı olarak geleceğini öğreniyor:

“O grupta K (Hamili) nin de oluşu ayrı bir heyecan yaratıyordu. Sessiz ve hüzünle sevinç duyuyordum. Başta belli bir kararsızlık olduysa da sonradan gitme istemi ağır basmıştı.

Garipti!

Bir yanda küskünlük, kızgınlık, yaşananlara içten bir tepki, öte yanda, henüz canlı kalan iz bırakan etkilere rağmen görme istemi, bunun buruk bir özlemi vardı.Duygularım kavgalı ve çatışmalıydı.“Keşke hiç karşılaşmasak” diyordum sessiz bir alınganlıkla. Ve safça, çok duygusal davranışlar içinde olduğumu fark ediyor, hayıflanıyor, kendime öfkeleniyordum. Amediye boğazına gelmekle bir anlamda onu karşılamaya gelmiş oluyordum” (104)

Devam edecek

(103) Hep kavgaydı Yaşamım, Sakine Cansız, Mezopotamien Verlag, 3. Cilt sayfa 148-149

(104) Hep kavgaydı Yaşamım, Sakine Cansız, Mezopotamien Verlag, 3. Cilt sayfa 150

(****)Dr. Süleyman : “1995 te Abdullah Öcalan ın talimatı ile Güney Kürdistan’da KDP ye karşı 2. 15 Ağustos atılımı adı altında yeni bir kardeş savaşı başlatıldı.

Bu dönemde PKK nin en üst düzey yöneticisi olan Cemil Bayık’ın bile bu saldırıdan haberi yoktu.

YNK bölgesinde kalan Cemil Bayık her gün buradan Hewler’e gelip KDP ile aralarındaki sorunları görüşüyordu. KDP Cemil Bayık ile görüşme yapınca bu anda bir saldırı beklemiyordu.

Öcalan bir taraftan Cemil Bayık’a: ‘Görüşme yap’ talimatı verirken, Ali Haydar Kaytan’a da: “Mutlaka KDP ye saldırın’ talimatını veriyor ve PKK bir gecede 34 KDP kontrol noktasına saldırarak savaşı başlatıyordu.

Ben Kasım 1995 de Güney Kürdistan a geldim. Zap bölgesindeki merkez karargaha gittim. Ali Haydar Kaytan komutasındaki birlikler dağılmış , savaşacak halleri yoktu. İlk saldırı şokunu atlatan KDP saldırıya geçmiş , buradaki PKK birliklerinin durumu kötü idi.

Öcalan bana ana karargahın askeri sorumlusu olmamı istedi. Bende: ‘Eğer kayıtsız şartsız benim dediklerim olacaksa yaparım,’ dedim .

Öcalan bu önerimi kabul ederek Ali Haydar Kaytan’ a: “Lojistik işlerine baksın” emrini verdi .

Yaklaşık bir aylık bir çatışma sürecinden sonra, Öcalan: “KDP ile PKK arasında arabulucu olanlar ateşkes istiyorlar bunu tartışın” diye bir haber gönderdi.

Büyük telsiz de yapılan bir tartışmada Savaş’ın içinde olmayan Osman Öcalan gibiler, savaşın devamını önerdiler. Ben: ‘Kayıtsız şartsız bu anlamsız savaşı durdurup, ateşkesi kabul edelim’ dedim. ‘Yok savaşmak isteyen varsa, buyursun burada ana Karargahın başına geçsin’ dedim. Sonunda Botan arkadaş ve diğer bazı komutanların desteği ile ateşkes kabul edildi.

Bu dönemde Sakine Cansız orada idi. YAJK karargahının sorumlusu Sozdar Avesta, yani Nuriye Kespir idi.

Kendisine ait hiç bir düşüncesi olmayan, sadece başkasını taklit eden biri idi. Sanırım Sakine ‘Sultan’ diye onu kastediyor.

Kazım yani Hamili Yıldırım da ilk olarak Güney Kürdistan’ a yanıma geldi .
Sakine Zap’ın Doğu tarafında bulunan taburun yanına gelmişti . İlk buluşmaları çok tartışmalı be kavgalı geçmişti. Ateşkes sonrası yapılan merkez toplantısında Öcalan toplantıya gönderdiği talimatta: ‘Bu toplantıda Sakine ve Hamili’nin ilişkisini tartışıp bir çözüme kavuşturmanız gerekir, kadın özgürlüğü bu ilişkinin çözümüne bağlıdır’ diyordu.

Toplantı bu ilginç tartışmalarla başladı ama bu ilişki bir çözüme kavuşmadı

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu