Selim Çürükkaya / Ahmed Sikrini’nin bahçesini tanıdık, köyüne gittik. Sıra kenisine geldi.
Kimdir bu Ahmed Sikrini?
Ben de aynı soruyu ona sordum. Biraz düşündü. Nasıl anlatacağını kendisi de bilmiyordu.
“Aileniz kaç kişi idi?” diye sorduğumda “Altı erkek, iki kız kardeştik” cevabını verdi.
En büyük abisinin adının Ali Tahir İskender olduğunu söyledi.. Babası sanatkar, kardeşlerinin tümünün ilkokula gittiğini biliyor. 1961’de Duhok şehrine taşınmışlar, lehimci olan babası, burada iş bulmuş. Geçimlerini temin edecek kadar para kazanıyormuş. Bir apartman dairesinde kiralık bir katta kalmışlar.
“İki yıl sonra, yani 1963 yılında köyümüz Sikrini’ye tekrar döndük. İlk olarak peşmergeleri o zaman köyümüzde gördüm. Irak askerleri ile peşmerge farkını yavaş yavaş kavramaya başladım. Bir gün Mala Mustafa Barzani ve arkadaşları köyümüzün yakınından geçtiler, biz çocuklar onları seyretmeye gittik. Bizim köyün erkekleri gibi giyinmişlerdi. Kocaman tüfekleri vardı. Uzunca bir kuyruk oluşturmuş, belli aralıklarla yürüyorlardı, çok ciddiydiler, hiç konuşmuyorlardı. Babam, annem köylülerimiz peşmergeleri seviyor, ama Irak askerlerinden korkuyorlardı. Bizim dilimizi konuşmuyorlardı onlar. Arabaları vardı, hatta uçakları, onlardan ne zaman nefret etmeye başladım bilir misin?” dedi.
“Ne zaman?” dediğimde, çocukluğunun en acıklı anına gittiği hemen yüz hatlarından, sesinin tonundan, gözlerinin aldığı şekilden belli oldu.
“Bir gün uçaklar bizim köyü bombaladı. Kadınlar ve çocuklar öldü, sayıları yedi kişiydi. Bunların arasında akrabalarım ve çocukluk arkadaşlarım da vardı. Paramparça oldu vücutları, gözlerimle gördüm. İki saat önce köyde oynadığım arkadaşlarım başsız, bacaksız yerde yatıyordu ve biz ağlamaktan dövünmekten başka hiç bir şey yapamıyorduk. Bu olaydan sonra, artık kendimi çocuk gibi görmemeye başladım. Köyde evdeydim, ama düşlerim dağlara gitmişti bile. Bir gece yatağımda yatarken karar verdim. Gizliden evden ayrılıp dağa çıkacak, peşmergeleri arayıp bulacaktım.
Aldığım kararıma uydum, babama, anama, kardeşlerime söylemeden evden ayrıldım. İki gün iki gece yürüdüm, aç ve susuz kaldım. Daha önce yerini öğrendiğim peşmergelerin dağlardaki kamplarına ulaşmayı becerdim. Beni gören ilk peşmerge, kimin oğlu olduğumu sordu, babamın adını söyleyince, yanına aldı, arkadaşlarının kaldığı karargaha götürdü. Sorumlularının adı Hüso Mirxan Dolameri idi. Benimle çok ilgilendi. Ama ‘yaşın küçük, anan baban seni merak eder, daha küçüksün, seni kabul edemeyiz’ dedi. Ve ikna ederek eve yolladı. İkinci gidişimde bir ay kadar yanlarında kaldım. Peşmergelerin davarları vardı, onlara çobanlık yaptım. Bir ay sonra beni tekrar eve yolladılar. Gittiğimde babama kardeşlerime her şeyi anlattım. Babam da kardeşlerim de artık kalmayacağımı biliyorlardı. 14 yaşıma girdiğimde köyü üçüncü kez terk ederek dağların yolunu tuttum. Bu kez bulduğum peşmerge gurubunun komutanı Ali Xelil Xoşemi idi. Beni çok seviyordu. Birkaç gün sonra bana kaleşnikof bile verdi” dediğinde, “Pekii kullanmasını biliyor muydun?”dediğimde, “Evet, köyde öğrenmiştim”yanıtını verdi.
Biraz düşündü: “Bir gün duydum ki Irak ordusu köyümüzü yakmış, silahımı peşmergelerin yanında bıraktım. Koşa koşa köyüme gittim ki ne göreyim! Evler, ağaçlar, her taraf yanmış. Ailem birkaç parça eşya kurtarmış, kömürleşmiş köye bakıp feryat ediyorlar. Bir katırımız vardı, yangından kurturılan eşya ve yiyecekler o katıra yüklendi. Evimizde bir de bebek vardı ve biz katırın ardına takılarak kafile halinde köyü terk ettik. Altı ay kadar bir vadide, ağaçların altında başka köylerin yardımıyla yaşadık. Bir gün haber aldık ki Irak askerleri geliyor, eşyalarımızı tekrar katıra yükledik, babamın kız kardeşinin otuduğu Tırvaniş köyüne gittik.”
O bunları anlatırken ben, köyü uçaklarla bombalanan, arkadaşları öldürülen, daha sonra köyü yakılan ve canını kurtarmak için bir katırın ardına takılıp başka köye giden bir ailenin ferdi olan bir çocuğun şekillenmesini düşünüyordum.
“Peki ne kadar zaman kaldınız bu köyde?” diye sorduğumda, “İki yıl kadar bu köyde kaldık. Geri köyümüze döndük, yanan evimizin yerine yeni bir ev inşaa ettik. Tam yeni evimize yerleşmiş ve evimizi sevmiştim ki ‘asker geliyor’ dediler. Korkudan yine Metina Dağları’na doğru kaçtık. Üç gün sonra köye döndük ki, evimiz yine yakılmış, eşyalarımız talan edilmişti. Artık 16 yaşımı bitirmek üzere idim. Bu işin çaresi dağlardır dedim. Peşmergeyi aramaya koyuldum. Onları Korux Dağı’nda Werte Köyü’nde buldum. Bu kez beni kabul ettiler. Bruno adlı bir silahı bana layık gördüler.”
Bu cümleleri söylerken o günün heyacanını duyar gibiydi. Kaç kişi olduklarını sorduğumda: “Yüz kişi kadardık. Komutanımızın adı da Sulatan Suari idi. Dağlarda, köylerde kalıyorduk. Devletin askerleri ve Cahş dediğimiz milisleri peşimizdeydi. Biz onları, onlar da bizleri vurmaya çalışıyordu.
Bir gün duyduk ki Cahşlar komşu köyümüz Spindere’yi yakıp yıkmak istiyorlar. Biz çevre köyler silahlandık, Spindere’nin yardımına koştuk. Köyün erkeklerinin çoğu kaçmış azı direniyordu, elli kişi kadardık. Bizimle birlikte büyük abim Ali Tahir İskender de vardı. Cahşlarla çatışmaya girdik, abim bu çatışmada vuruldu. Bizden şehit sayısı üçtü. Karşı taraftan çok kişi vurduk ve köyü çetelerden kurtardık. Abimi de Spinder’de toprağa verdik.
Babam ticarete çıkmıştı. Yani evde değildi. Evimizin etrafında insan kalabalığı oluşmuştu. Babam çıkageldi, kalabalığı görünce şaşırdı. Bana yanaştı, “Ne oldu?” dedi. Abim şahit düştü cevabını verdim. Babamın ağladığını ilk olarak orada gördüm.
DEVAM EDECEK…