Türkülerinle ölümü öldürseydin
Selim Çürükkaya / Sevgili Helin, iki gün önce öldüğünü duydum.
288 gün sürmüş, açlık grevin veya ölüm orucun.
Oysa ben, bugüne kadar ya eylemini duymadım, ya görmezlikten geldim, ya da açlık grevini saçma sapan bulduğumdan ilgilenmedim.
Ancak sen aramızdan ayrıldıktan sonra, açlık grevine girmenin nedenlerini öğrenmeye çalıştım. İdil Kültür Merkezine yapılan polis baskılarının son bulmasını istemişsin. Aranan Grup Yorum üyelerinin aranmamasını talep etmişsin. Konser yasakları kalksın demişsin. Tutuklu olan grup üyelerinin tahliye olmasını dilemişsin.
Bu isteklerin kabul olmayınca, açlık grevine yatmışsın.
Sen ve İbrahim, yani iki kişi, her tarafından adaletsizlik akan, kan, kin ve irin kokan bir iktidardan “serbestçe Türkü söyleyelim” demişsiniz, olmayınca, ölme yatmışsın.
Bu devlete karşı mücadele etmenin başka bir yolu yok muydu?
Yoksa vardı da, 40 yıl önceye çakılıp kalmış grubunun bağlı olduğu örgüt, bunun dışında bir yol mu bilmiyordu?
Açlık grevi ve ölüm oruçları, ne zaman meşrudur veya hangi koşullarda kitle desteği ile iktidarlara geri adım attırılır, biliyor musun?
Sen artık beni duymayacaksın, cenazenin etrafında halay çekip şarkı söyleyenleredir sözüm.
Sahte ve kör inançlar kulaklarını sağır etmemişse, onlara seslenmek istiyorum. Bir insan neden ve hangi koşullarda ölüm orucuna yatabilir?
Veya ölüm orucu hangi şartlarda meşru olabilir?
Eğer insanın elindeki bütün mücadele araçları alınmışsa, haksızlığa karşı koymanın bütün yolları kapatılmışsa, kamuoyuyla ilişkileri tamamen kesilmişse ve insanın iradesini kırmak için kendisine ölüm dayatılmışsa, o insan sesini veya kendisine yapılan bu gayri insani muameleyi kamuoyuna duyurmak veya bu haksızlığa dikkat çekmek, bir kitleyi veya bir halkı haksızlıklara karşı harekete geçirmek için ölüm orucuna veya açlık grevine baş vurabilir.
Sevgili Helin, ben de, herkes de biliyor ki sen bir grubun üyesisin, o grupta bir örgütün grubudur. Açlık grevinizi ve ölüm orucunuzu uygun gören bu örgütün ilkel, hesapsız, kitapsız anlayışıdır.
Mensup olduğun grubun demokrasi anlayışı, en azından iktidarda olanların demokrasi anlayışından daha geridir.
Senin mensup olduğun grubun örgütü, Türkiye’de iktidar olursa, iktidarına karşı olan müzik grupları ülkede şarkı mı söyleyecek, konser mi verecek, kültür merkezi mi açacak? Açlık grevine mi yatacak, hapishaneye atılan üyeleri serbest mi bırakılacak?
Hayır…
Kuzey Kore, Stalin ve Kemalizm zihniyetinin hamuruyla yoğrulmuş o örgüt, bir gün iktidar olursa, iktidarına karşı şiir yazan şairler, milyonların alkışlarıyla asılacak, şarkı söyleyen ozanlar kör bıçaklarla kesilecek, yazarların gözlerine mil çekilecek ve bu durumu protesto etmek için, kimse senin gibi ölüm orucuna bile giremeyecek, girmeyi göze alanlar, akılları başlarından alınmış /çalınmış kitleler tarafından linç edilecektir.
Sen yaşamış olsaydın, ben de bunları sana söyleseydim, peki ne yapalım diye sorardın bana.
Sevgili Helin, sen bir Kürt’sün, ailen Kürdistan’dan sürgün edildi, belki o zaman daha küçük bir çocuktun, belki de bir sürgün çocuğu olarak yaban ellerde doğmuştun ve büyümüştün.
Senin ülkende askeri bir işgal vardı, dedenin ve ninenin dilli yasaklanmıştı, sen Türkiye’de asimile edilmiştin, büyüyünce dilini yasak edenlerin diliyle şarkılar söylemeye başlamıştın.
Grubunun mensubu olduğu örgüt, ülkeni işgal edenlere karşı çıkmayı kendine görev edinmedi. İşgalcileri, işgalci bile görmedi. “Tam Bağımsız Türkiye” sloganı altında, emperyalizme karşı savacağız dedi. Kürdistan’ın kurtuluşu için mücadele edenleri “Kürt Milliyetçileri” diye aşağıladı. “Türkiye işçi sınıfını örgütleyeceğim” diye yola çıktı, asimile olmuş bazı Kürtleri ve vatanlarından sürgün edilmiş bazı Dersimli gençleri etrafında topladı. Marjinal ve sivri bir grup olarak kaldı.
Türkiye toplumu Kürt halkına karşı ırkçılıkla zehirlenirken, Türk ırkçılığı bütün tabakalara yayılırken, onlar bu ırkçılığa karşı mücadele bizim görevimizdir bile demedi, gerekenleri yapmadı, ezilenleri saflarına çekecek bir programı olmadı. “Emperyalizme karşı mücadele” dedi. Burunlarının önündeki düşmanı gizlemek için okyanus ötesini işaret etti.
Ve sen bile Kürdistan’da olan bitenleri görmedin, emperyalizme karşı türküler söyledin. Senin örgütünün Kemalizm’i ve Stanlin’izminin toplumda bir karşılığı kalmamıştı.
Irkçılar, faşistler din bezirganları iktidar oldu. Her tarafı kana buladı, anaları evlatsız bıraktı. Köyleri boşalttı, şehirleri zindana çevirdi, dağları bombaladı, ormanları yaktı, yanan karıncaların, kaplumbağaların çığlıklarını duymadın tabi!
Ve Türkü söyleyeceğim, biz Türkü söyleyenlere yapılanların duyulması ve görülmesi için açlık grevine gireceğim dedin.
Şimdi kim seni duyacaktı?
Beyni Kürt düşmanlığı ile zehirlenmiş Türkler mi? Gözleri kin bürümüş halkın korkusundan kalemlerini susturan Türk Aydınları mı, Yakılan karıncalar ile Kaplumbağalar mı, Sürgün yemiş ve başlarının çaresine bakmaya çalışan milyonlar mı?
Cenaze törenini göz yaşları arasında izledim sevgili Helin. Cesedini bir Cem Evi’nin bahçesine götürdüler, bir yükseltinin üzerine koydular, bedenin üzerinde beyaz bir örtü vardı, yüzün dışardaydı, üzerine renk renk gül dizdiler ve etrafında kol kola girip halaya durdular “haydi halay çekelim, zılgıtlar sarsın bizi” diyerek türkü söylediler. Örgütün ilkel propaganda yöntemineydi biraz da göz yaşlarım.
Bir televizyon kanalında anneni izledim, “çözüm Kaf dağının ardında olduğunu bilsem, oraya giderdim” diyordu. Oysa çözüm, Kaf dağı gibi uzak bir diyarda değildi. Tam da elinin uzanabileceği bir yerdeydi. Yakınındaki DHKP- C örgütü Helin’in ölümünü engelleyebilirdi, ama onun da vicdanı Kaf Dağının ötesindeydi.
Daha güzel açıklanamazdı. Bu konu hakkında okuduğum en güzel yazı.
Bu hareketi (cenaze etrafında halay çekme) başka bir grup yapsa bu grubun üyeleri onlar hakkında küçümseyici açıklamalar yapardı fakat kendileri bu hareketi çok normal bir şeymiş gibi yapıyorlar.