Makalelerim

Harpagos gibi olmamak, prometheus gibi olmayı başarmak!

Yarım saat kadar sonra Skype aracılığıyla canlı yayına bağlandım. Orada açıkça savcılara ifade vermeyeceğimi söyledim. Gerekçemi de şöyle açıkladım. Faili meçhul binlerce cinayet var.

Selim Çürükkaya / Dün Akşam Ülke TV. nin Ana haber bülteninin genç  Moderatörü Ersoy Dede, beni arayarak,  sormak istediği bazı sorularının olduğunu, Skype aracılığıyla canlı yayına katılıp katılmayacağımı sordu. “Konu ne?”  Diye sorduğumda; Bazı Türkiye gazetelerinde bu gün bir haberin geçtiğini, özel yetkilerle donatılmış savcıların PKK içinde işlenen cinayetleri soruşturmak istediklerini, bu konuda benimde ifademe başvurma niyetlerinin olduğunu aktardı. Ersoy beye Programa katılmak istediğimi bildirdim.

Yarım saat kadar sonra Skype aracılığıyla canlı yayına bağlandım. Orada açıkça savcılara ifade vermeyeceğimi söyledim. Gerekçemi de şöyle açıkladım. Faili meçhul binlerce cinayet var.

Bu cinayetlerin bir kısmını, Türk ordusuna bağlı kurulan Jitem, bir kısmını polis, bir kısmını askerler, bir kısmını köy korucuları, bir kısmını Hizbullah  işledi. Hepsini yine ordu tarafından kurulan Ergenekon organize etti. Cinayetlerin diğer bölümü ise Abdullah Öcalan ve ona bağlı çeteler tarafından işlendi. Öcalan’ ı da kontrol eden devlettir. Bütün PKK  içi infazları devlet ona işlettirmiştir. Yani faili meçhul olarak bilinen cinayetlerin failleri Türkiye Cumhuriyeti devleti ile Abdullah Öcalan’ dır. Savcıların varsa bir yetkileri, bunu açığa çıkarsınlar,  Kürt ve Türk halkını bilgilendirsinler ve bu oyuna son versinler.

Savcılar bunu yapmak istemiyorlar, ya ne yapıyorlar? Devlet adına diyorlar ki; bu cinayetlerin bir kısmını PKK işlemiştir, PKK de kalan kişileri katil sandalyesine oturtalım, PKK den ayrılanları ve kürt aydınlarını da bunlara karşı tanık olarak çıkaralım, devleti de hakem koltuğunda oturtup bunları yargılayalım. Katliamların baş müsebibi devletken onu hakem olarak kabul etmek  saflıktan ve zavalılıktan başka bir şey değildir.

Katliamın tek nedeni devletin inkâr ve imha politikasıdır. Bazı Kürtleri de bu katliamda alet olarak kullanmıştır. Buda devletin işlediği iğrenç suçlardan başka biridir. “Yeşil” olarak bilinen Mahmut Yıldırım da Kürt’ tür, “Apo” olarak bilinen Abdullah Öcalan da Kürttür. Her ikisi de binlerce faili meçhul cinayeti bu devlet adına işlemiştir. Devletin savcıları bu konuda sessizdir. Ama bize Harpagosluğu dayatıyorlar.

Ben “Apo nun Ayetlerini” kaleme aldığım gün Harpagos’ laşmayacağıma dair yemin etmiştim. Bu gün hala o yeminime bağlıyım. Ve tutarlı bir duruş gösteriyorum. Okuyucularımın bir kısmı Harpagoslaşmanın ne olduğunu bilmeyebilirler. Bu yüzden Harpagos’ un öyküsünü Tarhin babası Herodot’ tan aktaracağım.

Tarihçi Herodot’ un anlattığına göre; Millattan Önce beşyüz yıllarında Med’ lerin zalim mi zalim bir kralı varmış.

Adıda Astyages’ miş.

İşte bu Astyages, gece bir rüya görmüş.
Medane adlı kızının kadınlık organından bir asma ağacı çıkmış ve bütün dünya onun gölgesinde kalmış.
Hemen ve acil olarak rüya yorumcularını, akıllı adamları huzuruna çağırmış.
Gördüğü bu rüyanın ne anlama geldiğini soru vermiş. Bir dizi görüşmeden sonra krala ”kızınız evlenecek, bir çocuk doğuracak ve bu çocuk bütün dünyaya hakim olacak’‘ haberi verilmiş.

İktidarının elinden gideceği korkusuna kapılan kral, onlardan kral çıkmaz inacıyla kızı Medane’ yi bir Persli ile evlendirmiş. On ay sonra Medane bir oğlan çocuk doğurmuş.
Astyages çocuğu annesi ile birlikte saraya çağırmış. Bebeği başkomutanı Harpagos’ a teslim etmiş:”Çocuğu götür dağa bırak, öldükten sonra haber ver, iki kişi göndereceğim, kontrol edip gömsünler” demiş. Harpagos çocukla birlikte Akabatana sarayından dışarı çıkmış, ama kralın emrine uymamış. Yani bebeği ölüme terk etmemiş..

Bir yerde Astyages’ in sığırtmacı ile karşılaşınca , çocuğu ona vermiş. Sığırtmacın karısı  Kıynık, o gün ölü bir çocuk doğurmuş. Ve sığırtmaç çocukarı  değiştirmiş: Medane nin oğlunu karısının kucağına vermiş. Ölü oğlunu dağa bırakmış ve Astyages’ in adamları yanlış çocuğu gömmüş. Aradan yedi geçmiş Köyde büyüyen “çobanın oğlu Kyros,” arkadaşlarıyla oyun oynamış.

Oyunda kendisi kral olmuş, bir Med soylusunun oğlu suçlu rolündeyken onu döverek yaralamış. Babası bu durumu krala şikayet etmek için gitmiş. Kral çoban ile oğlunu saraya çağırmış. İşkenceye alınan sığırtmaç bildiği her şeyi anlatmış. Öfkeye ve korkuya kapılan kral, sarayda bir ziyafetin verilmesi için hazırlıkların yapılmasını buyurmuş. Baş komutanı Harpagos ile sekiz yaşındaki oğlunu da yemeğe davet etmiş.

Davet günü saraya gelen Harpagos’ un yanındaki oğlu girişte alınmış. Kasaplara emanet edilmiş, çocuğu kesen kasaplar eti aşçılara teslim etmiş. Yemek servisi yapıldığında Harpagos’ un önüne oğlunun etinden hazırlamış yemekler konulmuş. Yemeklerin ardından meyve sepetleri gelmiş. Harpagos önüne konulmuş sepetin üzerindeki örtüyü kaldırınca, oğlunun kesilmiş ellerini kafasını ve ayaklarını görmüş. Bu olaydan sonra Astyages tekrar rüya yorumcularına ve akıllı adamlara danışmış. Bu kez akılı adamlar şu açıklamayı yapmış: “Çocuk oyunda kral olduğu için, artık gerçekte kral olmayacaktır” Kyros ölümden kurtulmuş, annesi ile birlikte Persli babasının yanına dönmüş..

Başkomutan Harpagos  tekrar ordularının başına geçmiş, ama oğlunun etini yeme gibi bir trajedinin esiri olmuş. Kyros büyüdüğünde Med ordularının baş komutanı Harpagos ona bir mektup yazmış. Bütün gerçekleri  tek tek ona izah etmiş. Mektubun son satırında; Senin deden böyle zalim bir adamdı demiş ve bir öneride bulunmuş: “Sen Persleri topla, Med ordusunun üzerine yürü, ben ordumla birlikte senin saflarına geçerim bu zalimi hal edelim” demiş.Bu öneriye uyan Kyrus Persleri toplamış, onları ikna etmiş, med ordusunun üzerine yürümüş, Harpagos ordusyla Perslerin safına geçince, Med İmparatorluğu dağılmış. Zalim Astyages, tutuklanmış, elleri, gözleri bağlanmış ve  ömür boyu cezasını çekmek için tek kişilik bir hücreye atılmış….. ve o topraklar üzerinde yaşayan MED ler ve torunları o günden bu güne kadar acılar çekmiş çekmeye devam ediyor.

Bu öyküyü yazan Herodot Asyages’in ağzıyla şunları tarihe not düşüyor: “Mademki amacın beni devirmekti, sen kendi gücüne dayanarak beni devirseydin. Sen tahta kıral olsaydın, ama gittin Perslilere dayandın, beni devirdin. Şimdiye kadar Medler efendi, Persler köleydi; bu günden sonra Persler efendi, Medler köle olacaklardır.”

Ben tarihi inceleyen, ondan dersler çıkaran bir insanım. Ne Astyages ne de Harpagos gibi olmak isterim. İkisinden biri gibi olmak marifet değildir. Eğer tarih ve efsanelerden birini kendime örnek alacaksam,  Prometheus gibi olmak isterim:

23 Mayıs 1983 Günü Diyarbakır sıkıyönetim askeri mahkemesinin karşısındaydım. Duruşma hakimi hakkımdaki kararını açıklamadan önce, son sözümü sordu. Oturduğum yerde ayağa kalktım. “Kendimle ilgili bir son söz söylemek istiyorum dedim ve devam etimim. Sözümün iyi anlaşılması için Yunan mitolojisinden bir efsane anlatacağım. Prometheus,   Ateş Tanrısının alevler saçan ocağından bir kıvılcım çaldı ve insanlara armağan etti. Bunun için Tanrı Zeus tarafından Kafkas Dağında zincire vuruldu.  Prometheus Desmotes (zincire vurulmuş Prometheus) adıyla anıldı. Tanrılarca görevlendirilen bir kartal(bazen akbabayla karıştırılır) sürekli olarak, her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirir. Bu ceza yüz yıl sürer. Prometheus özgürlüğüne kavuştuğunda bile “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur” dedi.

Bende Kürdistan halkına özgürlük ve bağımsızlık ateşini verdiğim için yakalanıp Diyarbakır zindanında betondan ve demirden bir hücreye konuldum. Üstümdeki elbiselerim, altımdaki yataklarım alındı, Diyarbakır’ ın kış soğuğunda üzerime sürekli soğuk sular döküldü. Hipokrat yemini içmiş doktorların denetiminde ciğerlerime verem mikropları sokuldu.  Tedavime engel konuldu. Bu mikroplar her an her dakika Prometheus’un akbabası gibi ciğerlerimi yemektedir. Diyarbakır cezaevinde şu anda hala tanrı Zeus döneminde geçerli olan cezalar yürürlüktedir. Bu bana verilmiş bir ölüm cezasıdır. Birazdan mahkemenizin benim hakkımda vereceği hapis cezası, başka odaklar tarafından bana verilmiş olan ölüm cezasının hukuki bir kılıfından başka bir şey olmayacaktır” dedim.

Yeryüzünün bütün zalimlerine ve diktatörlerine karşı bir ateş taşıyıcı bir aydınlatıcı olmaya çalışıyorum. Hala kayalara bağlıyım, hala acılarımı çekiyorum, zalimler devrilmedikçe benimde işkencelerim bitmez.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu