Susmak Ölmektir 7
Selim Çürükkaya / Sakine Cansız kitap boyunca, Öcalan’ı övüp göklere çıkarıyor, ama Öcalan’ın diktatörlüğünü reddeden, onu yanlış gören veya örgütten ayrılan hapis arkadaşlarını tek tek yeriyor, onların baştan beri kötü olduklarını söylemekten geri kalmıyor.
Gönül Atay, onun hapishane arkadaşıydı, birlikte direnişlerde yer almış, 49 gün ölüm oruçlarında kalmışlardı. Ve Gönül Diyarbakır cezaevi gibi bir cehennemde kavganın saflarını terk etmemişti, terk edip devlete sığınmamıştı. Ama tahliye olduktan sonra mücadeleye katılmak için Şam’a gitmişti. Öcalan’ın evinde kalırken, bir gece yarısı bu evden firar ederek, Şam’daki Türk konsolosluğuna sığınmıştı! Sakine’ye göre bunun nedenlerini araştırmaya hiç gerek yoktu! Kaçmış ya, bu yeterli idi!
Haindi, dönekti!
Gönül Atay sağ olduğu için, neden kaçtığını kendisinin açıklaması lazım, ben bunu geçiyorum.
Sakine Hapishane arkadaşı Fuat Çavgun’u karalamaktan geri kalmamış, Fuat Çavgun’da yaşıyor, onu da geçeceğim, yine hapis arkadaşı Ahmet Yavuz’u provakatör olarak ilan etmiş.
Aynı koğuşta kaldığı, aynı zulüm altında inlediği arkadaşı Cahide Şener’i ‘hesapçı, ‘pazarlıklı’ ‘ticaret mantığı ile olaylara bakan’ ‘korkak’ ve bir çok başka sıfatla küçültmüş.
Yine cezaevinden tahliye olup ta Öcalan’ı dinlemeyen Hüsnü ve Faruk Altun’a yükleniyor. Ona göre bunlar alçak ve Öcalan yücedir! Talimatla kitap yazmayı kabul ettin mi, sonun böyledir! PKK’nin Fis’teki ilk kongresine katılan Sakine Cansız, Bekaa vadisinde derslere katılıyor, burada parti tarihini öğrendiğini söylüyor ve şunları yazıyor:
“Partiye birkaç yıl arayla provakasyonlar dayatılmıştı. Parti tarihimiz bu konuda çok ilginç örneklere tanık olmuştu. Semir, Seher, Hogır, Kör Cemal, Metin, son olarak Şener ve sarı Baran vardı. Okuyarak süreçleri anlamaya çalışıyordum. Akademide parti tarihi dersi veriliyordu. Süreçler öyle anlatılıyordu ki, insan partinin büyüklüğünü, Başkan’ın bu devrimin yaratılması, yürütülmesindeki rolünü daha iyi anlıyordu. İçerde şu inanç ve kavrama düzeyi vardı: Parti önderliği var oldukça, bu devrim her engeli aşar ve zafer kazanır. Yine Başkan Apo, PKK ‘dir, Kürdistan’dır sosyalizmdir, gelecektir, diyorduk.
Yazılarımızda savunmalarımızda dilimiz döndükçe, anladığımız oranda bu gerçekliği ifade etmeye çalışıyorduk”(17)
Sakine eğer doğru söylüyorsa; ‘Apo eşittir PKK, eşittir Kürdistan, eşittir sosyalizm, eşittir gelecek! Onsuz hayat mümkün değildir! Onsuz parti, onsuz Kürdistan, onsuz gelecekte olamaz! Böyle söylüyor!
Ben Akademide derslere gittiğimde de böyle inanırdım demeye getiriyor. Halbuki Bekaa vadisine geldiği günün akşamı, hapis arkadaşı Medya’nın iki omzuna ellerini koyarak, ağlamaklı bir ses tonuyla:
“Ne olmuş sana?
Neden böyle olmuşsun, sen eski Aysel değilsin, cezaevi direnişlerine bu kadar saldırılıyor, neden sesini çıkarmıyorsun?
Öcalan’ı kast ederek, bu ne biçim adamdır?
Her gün hepinize hakaret ediyor, neden boyun eğiyorsunuz?
Ne biçim uslubu var ?
Küfür ederek konuşuyor!
İnsan biraz kibar olur, daha yemek yemesini bilmiyor, hele o su içişine bir bak! Doğu Perinçek’i eleştiririz, ama evine gitmiştim, arkadaşlarına karşı saygılı, insanlara değer verir, bunun yaptıklarına bir bak!
Neden bunları kabul ediyorsun?
Yoksa çok mu zorladılar seni?
Diyarbakır cezaevinde susmayan kadın burada niye susuyor?”dedi.
Medya’laşan Aysel, Sakine’nin ağlaması karşısında ağlıyor sadece, hiçbir yanıt vermiyor.
Yanıtı ağlamak oluyor!
Sakine akademide kaldığı bir kaç gün içinde herkesin kendisine karşı farklı baktığını, izlendiğini, gözlendiğini, George Orwel dünyasında olduğunu görüyor ve kitabında şöyle izah ediyor:
“Akademideydim, arkadaş topluluğu içindeydim, ama yalnızdım. Kendimi kendi tarzımla yalnızlaştırmıştım.
(Aleyhime yapılan propagandalar ve itibarsızlaştırma çalışmasından dolayı yalnızlaştırılmıştım diyemiyor S.Ç.)
Üzülmek, ağlamak, kendini yerden yere vurmak, çare değildi. Bir yönüyle böyle bir konuma düşmeyi kabullenmiyordum. Çok çaresiz bir konumdu çünkü. Öte yandan arkadaşlara göre, ben mutlaka provakasyonla, devletle ilişkili, kimseyi beğenmeyen, yönetimlere kafa tutan, önderliğe kafa tutan, amacı başka biriydim. Takip ediliyordum, hafiyeler gibi arkadaşlar ardıma takılıyor, konuşmalarım dinleniyor, davranışlarımı izliyor, giydiğim elbiseye kadar her şeyde bir provokasyon izi, etkisi aranıyordu.
Ders komisyonunda dahi birlikte aynı komisyonda olan yol arkadaşlarım, (Meral Kıdır ve Dersim’li Serhat, ikisi de Öcalan’ın o andaki piyonları) Önderliğin çözümlenmesinden (kitabından) aldığım alıntıları Mehmet Şener’e ait sözler olarak alıyor ve benimle tartışıyorlardı.’ (18)
Sakine Cansız’a göre Bekaa’daki gerillalar karşısında kendisini itibarsızlaştıranlar, Meral Kıdır ile Dersim’li Sehat’tır. Kitabı yazdığı tarihlerde bu ikisi de Öcalan’ın tarikatından ayrılmışlardı. Öcalan’ın bu tezgahta hiçbir katkısı yoktu ona göre!
Oysa Mahsun Korkmaz akademisinde bütün bu uygulamaları Sakine’ye yaptırtan Öcalan’dı. Ama o böyle anlatamıyor, suçu kendi yöntemsizliğinde ve Öcalan’ın piyonu haline gelmiş görevlilerde buluyor! Aynı oyunu, Öcalan’ın talimatıyla benim eşim bana yapmıştı. Sakine’de bunun tanığıydı.
Ama Sakine bu tanıklığını da çarpıtarak, Öcalan’ın ‘bunlar basit karı koca kavgalarını ortamımıza dayatıyorlar’ yalanına destek sunacak biçimde kitapta anlatıyor:
“Ama Selim ve Aysel çok sahte bir rol üstlenmişlerdi. Yapay çelişkilerden kendi ilişkilerinden ne kadar sonuç çıkardıklarını anlatıp tecrübelerini (!) sunuyorlardı. Aysel tam bir cadı kazanı gibiydi. Biçim olarak bile uygun hale gelmişti.Usta oyuncular rollerini daha gizemli kılmak, daha çekici hale getirmek için kendilerini türlü biçimsizliklere sokuyorlardı.
Ama Aysel’in ki bir başkaydı. Bir insan kendini bu kadar mı çirkinleştirir tanrım! Hem beş buçuk yıl hastalığı nedeniyle kahrını çektiğim Aysel’di bunları yapan. Çamaşırlarını elini yüzünü yıkamaya kadar hizmet ettiğim Aysel’di. Şehadete ulaşmış haberini duyduğumda ağladığım, ona ithaf etmek üzere kitap yazdığım Aysel’di. Selim ikiyüzlülük etmezse, onu da devrimci militan, eş, sevgili ilan ettiği Aysel’ di.
Kendisi de şehadet haberinin şairleştirdiği, yazarlaştırdığı bir Selim’di. Aysel’in şehadet haberi üzerine bir roman gibi mektup yazmıştı. Ne kadar akıl almaz geliyordu?
Derslerde Aysel bol bol nasıl köle olduğunu, Selim ile evliliğinin hangi kölelik zincirini ifade ettiğini, ne kadar rezil, ne kadar düşkün, bilmem kirli, çirkin işler olduğunu anlatırdı. Hem de çok ‘militanca’ bir gösteriyle söylüyordu bunları.”
Sakine, Öcalan ile bir görüşmesinde, Akademinin yönetiminde yer alan kişilerin durumunu gündeme getiriyor, bakınız, Öcalan nasıl yanıt veriyor:
“Başkanım insanlıktan çıkmış bizimle tek kelime bile konuşmuyor, dediğimde, ‘şansınız olsaydı bu yönetime denk gelmezdiniz, ne yapalım. Dr. Baran, Serhat, Medya. Her biri bir canavar kesilmişti dağda. Geri, ilkel yanları çok. Savaş tarzlarının ortaya çıkardığı sonuçtur. Ben ne yapayım? Otur yaz işte!’ demişti”(19)
Sakine’dir işte, baş canavarı yine göremiyor! Küçük canavarlarla uğraşıyor. Büyük canavarı yazmak, yenilgiyi kabul edenlerin işi olmadığını bilmiyor! Sakine, Öcalan’ın idamlık haline getirdiği piyonları aracılığı ile bize boyun eğdirmek için bunları neden bize saldırttığını anlatamıyor. O da Öcalan’ın aleti haline geliyor ve ben ile Aysel’in ‘şov olsun’ diye aile kavgası yaptığımızı anlatmaya çalışıyor. Benim Öcalan ve onun Kürtler içinde yarattığı ajan sisteme karşı koyuşumu, basit bir aile kavgasına indirgeyerek o günkü Medya’nın derekesine kendisini düşürüyor.
Oysa onun sözünü ettiği tartışmayı veya dersi, bundan 23 yıl önce 1993 yılında olduğu gibi yazmıştım. Dokunmadan aktarıyorum:
“Akademide katıldığım ilk ders ‘Kürdistan’da kadın sorunu ve aile’ dersi idi. Öcalan bu konuya çok önem verdiğinden, üzerinde çok konuşmuştu. Dersi anlatan arkadaş, Öcalan’ın sözlerini durmadan tekrarlıyordu:
‘Aile ocağı ajan bir kurumdur. Evlilik mücadeleden kaçmak ve ajanlıktır. Devrimci evlilik diye bir evlilik yoktur. Feodal ve burjuva evlilikler yozluktur’ gibi sözler tekrarlanıyordu hep. Dersin anlatım bölümü bitince, söz hakkı istedim. Görüşlerimi şöyle anlattım:
‘Arkadaşı dikkatle dinledim. Doğru görüşlerle birlikte, yanlış anlayışlar daha fazlaydı. Olaylara düz bakmak doğru değildir. Kürdistan’da kadın erkek ilişkilerine baktığımızda, gerici ilişkiler hakimdir. Biz bu ilişki tarzına; kadının horlanmasına, bir meta gibi görülmesine karşıyız. Evlilikler, kişileri ulusal kurtuluş mücadelesine katılmaktan alıkoyuyorsa, eleştiririz. Ama her türlü evlilik ajanlıktır diyerek, kadın ve erkek arasındaki duygusal ve cinsel ilişkiyi reddetmek, sapıklıktır.
Doğaya, doğa kanunlarına karşı gelmek demektir. Dünyada hiçbir güç böyle bir ilişkiyi yasaklayamaz, reddedemez. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, bir örnek vermek istiyorum: Bir şehir düşünelim; yolları bozuk, trafik işaretleri yok, araba sürücülerinin hepsi acemi olsun. Bu şehirde her gün onlarca trafik kazasında yüzlerce kişi ölsün.
Sonra çözüm için ‘akıllı’ bir adam, trafik kazalarını önlemek ve insanların ölmelerinin önüne geçmek için, yani sorunun çözümü için, arabaların trafiğe çıkmasını yasaklasın! Bu çözüm değil, çözümsüzlüktür. Hatta daha büyük bir çözümsüzlük! Peki bunun çözümü nedir? Şehrin eskimiş yollarını düzeltmek, gerekli yerlere trafik işaretleri koymak, sürücüleri eğitmek ve trafik akışını sağlamaktır.
Kürdistan’da kadın erkek ilişkileri geridir gerekçesiyle, her türlü evliliği, dolayısıyla cinsel ve duygusal ilişkiyi yasaklamak, arabaların trafiğe çıkmasını yasaklayan ‚akıllı’ adamın önlemine benziyor. Biz kadın erkek sorununu daha 1976’larda tartışmıştık. Evliliğe karşı olan, cinsel ve duygusal ilişkiyi reddeden birisi, o tarihte de vardı.
Bu adam daha sonra bir kıza tecavüz etti. Olay açığa çıkmasın diye, kızı ajanlıkla damgalayarak `ajandır` gerekçesiyle bir erkek arkadaşa vurdurttu. Bir süre sonra erkeği de `ajandır` gerekçesiyle öldürttü.
Ama buna rağmen işlediği suçlar ortaya çıktı. Kendi kazdığı kuyuya kendi düştü. Gerilla koşullarında, evlilik ilişkilerini sürdürmenin güçlüklerini biliyorum. Bu durumu göz önünde bulundurarak ileri bir kadın erkek ilişkisi yaratmamız gerekiyor” diye açıkladım. Anlattıklarımı herkes pür dikkat dinlemişti.
Bütün tabuları yerle bir ettiğimden haberim yoktu. Tam kul olanlar, Öcalan’a Peygamber diye inananlar, başlarına taş yağacak, felaket kopacakmış gibi sağa sola bakıyorlardı. Dersi anlatan arkadaş, şaşkınlıktan sıyrılınca:
“Heval, benim anlattıklarım önderliğin çözümlemeleridir” (konuşmalarıdır) dedi. Bu arada eşim (Aysel Çürükkaya) söz hakkı istedi; kızmış, tabusuna saldırılmış, totem dönemindeki bir kadına benziyordu hareketleri.
Sözüne, ‘Ben de bir zamanlar evliydim’ diye başladı. “Ama şimdi evlilikten nefret ediyorum, evlendiğime bin pişmanım! Evliliğin düşman işi olduğunu çok geç anladım,” diye bitirdi. Sakine Cansız, evliliğimizi savunmak için ayağa kalktı, susturdular. Ortalık darmadağın, kafalar allak bulak oldu.
Meğer ben Öcalan’ın söylediklerine karşı çıkmışım, evliliği yasaklayana ‘sapıktır’ demişim. Bu akademide Öcalan’a yapılan en büyük saldırıymış. Derse ara verildi, dışarı çıktık. Kullar kızgın, kullar şaşkındı. Yönetimde görevli olan kullar, Öcalan’a rapor yazmak için yönetim binasına doğru koşuyorlardı. Diğer gerillaların çoğu korkulu gözlerle bana bakıyor, ben ise görüşlerimi dile getirmiştim.”(20)
Sakine’nin sevdiği adam, (Mehmet Şener) bulunduğumuz içinde bulunduğumuz kitleye göre, ‘Öcalan’a karşı çok tehlikeli bir ajan, (!) benim sevdiğim kadın (eşim) Öcalan yanlısı ‘çok büyük bir devrimci (!) olarak kabul ettirilmişti. Bu ‘çok tehlikeli bir ajanla(!), ‘Çok büyük bir devrimci(!) diktatörün elinde birer sopa idi ve bunlarla ikimize boyun eğdirmeye çalışıyordu.
Devam edecek
(17) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine cansız, 3. Cilt, sayfa 55
(18) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine cansız, cilt 3, sayfa 71
(19) Hep Kavgaydı yaşamım, Sakine cansız, 3. Cilt sayfa 72-73)
(20) Apo’nun Ayetleri, Selim Çürükkaya, 3. Baskı, Doz yayınları, sayfa 140-141-142