Susmak Ölmektir 15
Notun neden kendisine gönderildiğini Öcalan’a anlatan Sakine, nişanlısına ihanet ediyor, beni size karşı kullanmak istiyor diyor, Öcalan Sakine’ nin tam olarak düştüğünü fark edince, onu Mehmet Şener’e karşı ucuna yem takılmış bir olta haline getiriyor ve Sakine' yi kullanıyor.
Selim Çürükkaya / Bekaa vadisinde cezaevi konferansı sürerken, 15 Ağustosa yaklaşmıştık. Bu gün, PKK tarihinde çok önemli bir gündü. 15 Ağustos 1984 Günü Kürdistan’ın Şemdinli ve Eruh ilçelerindeki Türk askeri karakolları, Kürt silahlı gerilla güçleri tarafından basılmış, silahlı ulusal kurtuluş mücadelesinin başladığı bütün dünyaya ilan edilmişti.
Kürt halkı üzerindeki sömürgeci korkuyu, yılgınlığı kıran bu hareketliliğin politize ettiği halk, biz cezaevlerinden tahliye olan ama Öcalan’ın yüceliğini /cüceliğini kavrayamayan / kavrayanlara karşı kullanılacaktı.
Suriye Kürdistan’ın daki örgüte,“halkı toplayın Bekaa vadisine getirin!” talimatını veren Öcalan, on binlerce kişinin kendisine nasıl bağlı olduğunu bize gösterecekti. Bir ay boyunca, konuşmuş ama bizi anlattıklarına inandıramadığını anlamıştı. Şimdi on binlerin kendisine nasıl taptığını bize gösterecek, adeta bakın, görün bana boyun eğin diyecekti.
15 Ağustos, sabahın erken saatleriydi, toz dumanın içinden, taksiler, kamyonlar, traktörler, Skodalarla çıka geldiler. Şam üzeri, Lübnan’ın Bar Elias kasabasından Bekaa vadisindeki Mahsun Korkmaz akademisine geliyorlardı. Halep’ten, Derik’ten, Kamışlı’dan, Afrin’den, Haseki’den, Tırba Sıpi’den ve köylerden, kadın erkek, yaşlı genç geliyorlardı.
Akademi bir vadinin içinde idi.
Halk, vadinin tepesinde toz duman içinde araçlarından inerek hep bir ağızdan”Biji serok Apo”sloganını atarak, yürüyüş kolunda akademinin içtima alanı olarak kullanılan düzlüğe yürüyordu. Alanın girişinin sağ tarafında tel örgüler vardı, Öcalan’ı görme telaşından, heyecanından, kendilerini tel örgülerine vuranlar, vücutlarını kanatarak telleri sökenler vardı. Saatler ilerledikçe kalabalıklar çoğaldı, içtima meydanı dolup taştı, “Biji Serok Apo”sloganları yeri göğü inletti. Kalabalıkların ortasında, beyaz fistanlar giyinmiş, başlarına Arap agalleri bağlamış, göbekli bazı erkekler, ellerindeki arbaneleri çalarak, çıkan sesler eşliğinde “Abdıllah, Abdılah, Abdıllah, Abdılah”ile başlayan, Kürtçe Arapça karışımlı bir ilahi okuyup, göbek atıyorlardı.
Biz cezaevinden tahliye olanlar, vadinin bir yamacında oturmuş, bu ilginç gösteriyi izliyorduk. Sakine ile birkaç kişi daha, önceden görevlendirilmiş, büyük bir çadırda bekletiliyor, gruplar halinde çadıra alınanlara, bizzat Sakine’nin ağzından Öcalan’ın yüceliği anlatılıyordu. Bu ara Sakine ile kucaklaşmak isteyen bir genç kız var. Sakine o anı kitabında şöyle anlatıyor:
“Kucaklaşma faslı sürerken bir genç kız elime bir şey tutturdu. İlk anda nedir diye merak ettim. Hediye felan vermek istiyorlar ama utandıkları için böyle elime sıkıştırıyorlar diye düşündüm. Sonra şöyle bir baktım nota benziyordu. Bunun üzerine kıza daha dikkatli baktım. Şeklini şimalini iyice kafama yazdım. Bu normal bir şey değildi, hava kararmadan nota bakmalıydım….. …..Not küçük bir kağıda yazılmıştı, ‘Sakine’ diye başlıyordu. Altında Şener imzası vardı, yazının karekterine baktım, yazı onundu.(41)
Heyecanlanan, avuçlarının içi terlenen, notu getiren kızdan kuşkulanan, gizliden notu avucuna sıkıştırdığı için Diyarbakır cezaevinde ziyaretçilerle açık ziyaret anında gizli not alışverişleri gözlerinin önünde canlandıran Sakine, bir fırsatını bulur tenha bir köşeye çekilir, avuncundaki notu okumak ister:
“Şöyle yazmıştı Şener: Biliyorum hakkımda sana çok farklı şeyler söylenmiştir. Ama durum söylendiği gibi değil, bunu zaman gösterecek. Ben bir yere gitmedim, Kürdistan’dayım. Ben ne söyledimse, açık söyledim. Bazıları örgütün tepesine çöreklenmiş. Örgütün ne hale getirildiğini sen de göreceksin. Bana hak ver demiyorum, yaptığımı onaylamadığını da biliyorum. Fakat az da olsa anlamaya çalış, ondan sonra ne dersen de. Ben mücadeleme devam edeceğim. Gözlerinden öperim. Şener bu satırları okuyan Sakine: ‘Hava soğuk değildi, ama ürpermiştim, titriyordum, boğazım kurumuştu. O an yüzüm ateş gibi yanıyordu. Karanlık olmazsa yüzüme yansıyan ifade rahatlıkla anlaşılırdı. Yanaklarım ateş gibiydi”diyor…..”(42)
Bir müddet sonra şoku atlatan Sakine nin dünyası karmakarışık, “Bazıları örgütün tepesine çöreklenmiş”ten kimi kastettiğini anlıyor. Acaba Şener geri dönebilir mi sorusunu kendi kendisine soruyor, bana çağrı yapıyor, “sen de anlayacaksın” diyor. Notu getiren kızdan şüpheleniyor, bin bir dolabın çevrildiği bir mekanda olduğunu anlıyor….. İhanet damgaları gözlerinin önünden geçiyor ve akademi yönetimine haber veriyor:
“Beni önderlik ile görüştürün”diyor.
Yönetim görüştürmek istemeyince, notu Öcalan’a yolluyor ve bekliyor, bir müddet sonra Öcalan Sakine’yi yanına çağırıyor:
“Başkan her zamanki gibi ayakta volta atıyor, hep hareket halinde. ‘Ne anladın nottan Sakine? Adam durmuyor. Kimle yollamış?’ diye sordu. Başkanım bir genç kız kucaklarken elime sıkıştırdı. O veriş biçiminden rahatsız oldum ve iyice baktım kıza. Çıkarabilirim.”(43)
Notun neden kendisine gönderildiğini Öcalan’a anlatan Sakine, nişanlısına ihanet ediyor, beni size karşı kullanmak istiyor diyor, Öcalan Sakine’nin tam olarak düştüğünü fark edince, onu Mehmet Şener’e karşı ucuna yem takılmış bir olta haline getiriyor ve Sakine’yi kullanıyor. Bu Sakine’nin artık “Sara” laşması, başka bir deyimle “Medya” laşması oluyor. Sakine Öcalan tarafından nasıl kullanıldığını şu şekilde itiraf ediyor:
“Başkan, bana bir yanıt yazmamı söylediğinde ilk önce rahatsızlık duydum, yapamayacağımı, zorlanacağımı belirtiyordum. Ama örgütün çıkarı söz konusuydu. Başkan Şener’in Güney alanından (Yani Suriye Kürdistan’ın dan, S.Ç.) ayrılmasından yana değildi. Onu Güney alanında tutmak için benim yazacağım şeyler etkili olabilirdi.
“Biraz dikkatli, normal bir üslup kullan. Etkilendiğini söylersin ve bu devreden sonra Güney’e faaliyet yürütmek üzere gönderileceğini, orada görüşme imkanı bulabileceğini yazarsın. Yani senin onunla görüşeceğine inanmalı, o umudu verirsin. İnanırsa ne ala!” Başkan konuştuktan sonra bir süre suskun durdum, bir şey diyemedim, sonra ‘tamam Başkanım, nasıl uygun görülüyorsa onu yaparım’ diyerek ayrıldım. O gece not yazmak için yoğunlaşmaya başladım. Ama bir türlü başlayamadım. Elimde kalem, uzun süre öylece bekledim. Acı geliyordu, bu kullanılmaktı parti yararına. Ahlaki olarak kabullenemiyordum…..” (44)
Bir vicdan muhasebesine giren Sakine, hıçkırarak ağlıyor, bir girdabın içine düştüğünü söylüyor, nefes alamadığını itiraf ediyor, Şener’e aşık olduğu Diyarbakır cezaevi koğuşunun havalandırmasında volta atarkenki anı hatırlıyor:
“Çok doğalsın. Tıpkı bir tuvalde rastgele çalınan fırçaların yarattığı renkler gibisin. Herkes o karmaşık, rastgele çalınan fırçaların neler ifade ettiğini anlayamaz, etkilenir ama anlam veremez” dedi. “Çok felsefik, çok romantik konuştun” diyorum. Konuşmalar bu şekilde sürüp gidiyor. Bir ara; “bir ara ben nişanlı olmasaydım, sana aşık olabilirdim’ diyor, orada ciddileşiyorum. ‘Bu kadar da olmaz. Konuşmalarımızın bir ağırlığı olmalı. Her şeyi tartışıyoruz, bu iyi ama her akla geleni değil’ dedim. ‘Sevgiye ambargo koyamazsın ki’ dedi.(45)
O günler geride kalmıştı. Mensup olduğu partinin kanunlarına göre; partiden ayrılmak, hele hele onun liderine karşı gelerek eleştirmek, kesin olarak suçtu ve cezası ölümdü. Mehmet Şener bu suçu (!) işlemişti, kendiside bu suçun(!) içine çekiliyordu. Ezidi’lerin din kuralarından daha katıydı, Sakine’nin inandığı / inanmadığı partinin kuralları. Bundan dolayı kurtarıcı olarak Öcalan’a sığındı, sevgilisini ölüm tuzağı Kamışlı’da tutmak için şu mektubu yazdı:
“Mehmet diye hitap ettim notta. Şener, onun içimizdeyken kullandığımız adıydı….”
“… Parti içi sorunların nasıl çözüldüğü, hangi yöntemlerle ele alındığı biliniyor. Ama sen başka yolu tercih ettin ve buna gerekçe sayıyorsun. Bunun hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Yanlış bulduğun şeyler olabilir, bunları kabul etmeyebilirdin, ama bunu örgüt yöntemleriyle çözme yerine safları terk etmenin ne olduğunu söylememe gerek yok. Çok etkilendiğimi belirteyim, ben de tartışıyorum, ortamımızla çatışıyorum. Hatta bana güvenilmiyor, onu hissediyorum, ama bunların süreçle çözüleceğine inanıyorum. Bu devre buradayım, önümüzdeki devre faaliyete gönderileceğimi söyledi Başkan. Hem dil öğrenirim, hem de halk içinde çalışmak iyi olur. Cizre ya da Kamışlı’ya verilebilirim büyük ihtimalle. O zaman görüşme imkanımız olabilir. Farklı konumlara girmeyeceğini umuyorum. Selamlar Sakine” (46)
Sakine Mehmet Şener’e “Parti içi sorunların nasıl çözüldüğü, hangi yöntemlerle ele alındığı biliniyor,”diyor. Ama bunu açıklamıyor. Öcalan, İkinci kongreden sonra, parti içinde diktatörlüğünü ilan etmiş, kendisini, ‘önderlik’, ‘başkan’, ‘Reyber’ ‘bütün insanlığın önderi’ seviyesine çıkartmış, yanlışları eleştirmek isteyen Parti yöneticilerini ‘komplocu’ olarak damgalayarak, tek tek ortadan kaldırmıştı.(47)
Parti olarak görülebilecek siyasal bir yapı ortalıkta yoktu. Kendisini Firavun mertebesine çıkaran Öcalan ile Firavun’un kullarının toplamına parti adı verilmişti. Sorunlar, kayıtsız koşulsuz Firavun’a boyun eğmek, itiraz edenleri öldürmek biçiminde çözülüyordu.
(41) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, Mezepotamien Verlag und Vertriebs GmbH, 1 Baskı, 3. Cilt, sayfa 85
(42) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, Mezepotamien Verlag und Vertriebs GmbH, 1. Baskı,3. Cilt, sayfa 86
(43) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, Mezepotamien Verlag und Vertriebs GmbH, 1. Baskı,3. Cilt, sayfa 87
(44) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, Mezepotamien Verlag und Vertriebs GmbH, 1. Baskı,3. Cilt, sayfa 88-89
(45) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, Mezepotamien Verlag und Vertriebs GmbH, 1. Baskı,2. Cilt, sayfa 377
46) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, Mezepotamien Verlag und Vertriebs GmbH, 1. Baskı,3. Cilt, sayfa 89-90
(47) (https://madiya.net/index.php?option=com_content&;;view=article&id=512:pkk-yi-kimler-kurdu&catid=40:portreler&Itemid=59)
Devam edecek