Susmak Ölmektir 14
Sen sırf cezaevi örgütünün merkez üyeliğinden düştü diye, Hamili ile olan ilişkilerini kestin, Cezaevi örgütünün merkezinde görevlidir diye, bu defa Mehmet Şener ile nişanlandın.Şimdi ise; Şener görevden düştü, onu terk ediyorsunSenin ki sevmek, aşk falan değil, sorumlu sevdalılığıdır, dedim.
Selim Çürükkaya / Bekaa vadisinde yapılan zindan konferansı esnasında, bir ara Sakine ile yalnız kalabildik. Ona:“Sakine, ben artık susacağım. Sende sus, bir dinleyelim, biz cezaevinde iken neler olmuş? Bu arkadaşlarımız neden düşünemiyorlar ve böyle davranıyorlar ? Biz cezaevinde iken öldürülenler neden öldürülmüş? Bunları öğrenmemiz lazım! Susmazsak, ikimizi de öldürürler. Burada en yakınlarımıza, 1980 lerden beri ajan olduğumuza dair öyküler yazdırırlar. Bu yazılanları örgütün taraftarlarına okuturlar. Ve ne yazık ki; okuyanlara inandırırlar.”
Bu sözlerim karşısında,“Ben intihar ederim”dedi Sakine.“İntihar edersen, yine hain olarak damgalanırsın, senden önce bu yola baş vuranlar vardır, dedim. Cezaevlerinde bu vakalar bize nasıl yansıtılmıştı? Düşün bir!”Dediğimde, biraz düşündü:“ölüm orucuna gireceğim”diye açıkladı niyetini.
İkna etmeye çalıştım.
O ise, “Mehmet Şener’in Kongrede ne dediğini, ne savunduğunu bilmiyoruz, onu bu kitlenin içinde suçlu yapmışlar, bizi onun işbirlikçisi gösterip suçlamaya çalışıyorlar, bizde insanız bizimde görüşlerimiz var”dedi.
Ben,“evet haklısın Sakine, ama Mehmet Şener ile ilişkin hakkındaki görüşlerimi veya eleştirilerimi daha cezaevinde iken sana yazmıştım. Hatırlıyorsun, biz Diyarbakır cezaevinde tutuklu idik, bir ara siz bayanları da bizimle birlikte aynı havalandırmaya çıkarıyorlardı. Volta atıyordum, Hamili Yıldırım ile yanıma gelmiştiniz, birlikte havalandırmayı voltalarken, Hamili her zamanki mütevazi haliyle; ‘Selim arkadaş, biz Sakine ile birbirimizi seviyoruz, arkadaşlara söyle, ilerde nişanlanmak istiyoruz’ dedi. İkinizde çok samimi arkadaşımdınız, önerinize saygı duydum, hatta ‘nişan yüzüklerinizi de ben takarım”dedim.
“Bir müddet sonra Hamili ile nişanlandınız.
Aradan daha birkaç ay geçmeden, Hamili Cezaevi örgütünün merkezinden, merkezdekilere göre hatalı olduğu için görevden- alındı. Ve sen bu yüzden Hamili ile olan ilişkini kestin, nişanı bozdun. Bu doğru değildi, birisine aşık olmak, birisini sevmek, birisine değer vermek, örgüt içindeki hiyerarşide aldığı yere göre olmaz. Sen sırf cezaevi örgütünün merkez üyeliğinden düştü diye, Hamili ile olan ilişkilerini kestin, Cezaevi örgütünün merkezinde görevlidir diye, bu defa Mehmet Şener ile nişanlandın. Şimdi ise; Şener görevden düştü, onu terk ediyorsun. Senin ki sevmek, aşk falan değil, sorumlu sevdalılığıdır,“dedim.
“Şimdi bu sorunu da sana karşı kullanıyorlar, Medya’nın haline bak! Cahide’nin sorunu buna eklendi ve bu durumlarınız bize boyun eğdirmek için kullanılıyor. Sizin bu halinize bakınca, kadınlardan nefret etmeye başladım,” sözünü söyleyince, Sakine ile aramızdaki diyalog koptu.
Bundan sonra ben kararımı tam olarak verdim. Öcalan’ın söylediklerini ‘Parti görüşleridir’ diye kabul edeceğim, ama biz cezaevinde iken PKK içinde olan biten her şeyi öğreneceğim.
Başka da yapılacak bir şey yoktu, tartışamazsın, biz gelmeden buradaki her kes şartlandırılmış, yalan söylenmiş, bizim Öcalan’a komplo kurduğumuz anlatılmış, bizim ise hiçbir şeyden haberimiz yoktu. Biz hapishanede iken Öcalan’ın binlerce arkadaşımızı katlettiğini dahi bilmiyorduk. Öldürülen bazı arkadaşların akibeti hakkında kafalarımızda kuşkular vardı, o kadar. Ama o kimleri ne için katlettiğini biliyordu!
Daha korkuncu, bizim kendisini bildiğimizden kuşkulanıyordu.
Bunun için üzerimize geliyor, üç yol dayatıyordu:
Ya susun sıfır olun!
Ya kaçın hain olun!
Ya ölün hain olun!
Sakine ile diyalogu kestikten sonra, şöyle bir düşündüm, buraya geldiğimden beri hangi eleştirileri yapmıştım?
1. 1991 Haziran ayında, Şam’a geldiğimde, Öcalan ile sohbetimizde, ilk sorduğum sorulardan biri şu idi: Ortak arkadaşlarımızın bir kısmı Türkiye devleti ile bir kısmı İsrail ile çatışmada yaşamlarını yitirmiş, bunları duyduk, ama yaşamlarını yitiren daha başka arkadaşlarımız var, tutuklu iken değişik öyküler duyduk, Yunanistan’ı geçerken karşılaştığım arkadaşlara sordum,”hepsi hain çıktı”dediler.
Bana söyler misiniz, nedir bu? Örneğin Abdullah Ekinci’ye ne oldu? Seyfettin Zoğurlu, Mehmet Sevgat…..
Neden bunların hiçbir yerde adları yok? Bu soruları sorduğumda ayakta put gibi dikili dokuz kişi bizi dinliyordu. Öcalan’ın rengi değişti, kendini tuttu, her zamanki gibi ‘Hıııııı’ dedi, şu cevabı verdi: “Arkadaşların hepsi bize bağlıydı, ama o alçak Kesire (Kendi eşi Kesire Yıldırım’ı kastediyor) yaptı.”dedi.“Yeni gelmişsiniz konuşacağız”dedi konuyu kapattı.
2. Ben 1991 Nisan ayında Cezaevinden tahliye oldum, Diyarbakır’a gittim, telefonla görüşmüştük, bu esnada bana “Mehmet Şener, sorun çıkarmış, acil olarak gelin müdahale edin”demiştiniz.
Nedir olayın iç yüzü?
Ne gibi ajanlık yapmış?
Bana anlatır mısınız dediğimde, yumdu gözlerini ve şunları söyledi:
“Şener 12 Eylül 1980 öncesi ajandı, cezaevinde de ajandı, sizi kandırdı, başınıza geçti”dedi. Karşılıklı oturuyorduk put gibi ayakta bekleyip bizi dinleyen dokuz kişi hala heykeller gibi hareketsizdi.
Öcalan’ın yumuk gözlerine baktım:
“Hayır doğru değildir, Mehmet Şener benim yanımda, üç yıl boyunca en az bir kamyoneti dolduracak kadar sopa ve copla dövülmüştür, 45 gün ölüm orucunda kalmıştır, hiçbir ajan buna dayanmaz” dedim. Kendisi ile tartışma kültürünü çoktan bulunduğu ortamda kaldıran Öcalan, konuyu kapatmak için: “Arkadaşlar, akademide aha şu kadar belge toplamışlar, gider okur ve tartışırsınız,” dedi ve ayrılıp gitti.
3. Mahsun Korkmaz Akademisine vardığım ilk gün, Mehmet Şener ile ilgili hazırlanan belgesel broşürü istedim, okudum, bitince Akademinin yönetim masasının üzerine fırlatarak,“hepsi yalandır”dedim.
4. Öcalan’ın Matahari’si (Meral Kıdır) ile Mehmet Şener olayı üzerine tartışıyorduk. Söz konusu broşürde geçen bir anektodu anlattı. Güya Şener cezaevinden tahliye olup Bekaa vadisine gelince, Öcalan’a şöyle demiştir:
“PKK merkez komite üyesi, Diyarbakır cezaevi direnişlerinin önderi, Mehmet Hayri Durmuş, 12 Eylül 1982 günü ölüm orucunda yaşamını yitirmeden önce bana:’Mehmet Şener, ben öleceğim, bundan sonra halefim sensin’, demiş!”
Böyle bir sözün söylenmediğini ve buralarda uydurulmuş bir yalan olduğunu söyledim. Meral Kıdır ikide bir“hayır, bizzat kendisi önderliğe anlatmış”deyince, o zaman önderliği yanıltmış dedim. Bunun üzerine uzun bir”Haaaaaa”çekti,“demek ki sen, önderliğin yanılabileceğine de inanıyorsun?” dedi acayip bir eda ve ses tonuyla.
Benim de tam tepem atmıştı:“Ben bu güne kadar bir tek Allah’ın yanılmadığını biliyordum da”dedim, tartışma bitti.
5.Öcalan, bir gün Mahsun Korkmaz Akademisi yönetiminde ki eşime: “Sakine ile Selim önderlik kurumunu yanlış biliyorlar, git kendileri ile konuş, de ki; siz önderliği yanlış kavrıyorsunuz, Önderlik demek, yalınız başkan demek değildir. Önderlik, başkan ve bütün şehitlerle birlikte bir kurumdur”, diyor.
Akademide ders arasıydı, sigara içip yürüyordum, baktım eşim bana yanaştı:“Heval biraz konuşabilir miyiz?”dedi.
Hayret kaldım:“Buyurun seni dinliyorum”dediğimde:
“Bak heval, siz önderlik hakkında yanlış düşünüyorsunuz”dedi.
“Neyi yanlış düşünüyoruz?”sorusunu sorduğumda:
“Bak Heval, siz zannediyorsunuz ki, önderlik demek, yalınız Başkan demektir…..”
Hemen sözünü başka bir soru ile kestim:
“Başka kim var?”Dedim.
“Heval, Başkan ve bütün şehitler bir kurumdur, ikisinin toplamı önderliktir”der demez, tam bir çılgına döndüm, kendimden geçtim, yüksek sesle bağırdım:
“Kes! Bunları gidin köylülere anlatın, bana anlatmayın!”deyince, hızlı adımlarla benden uzaklaştı.
6. Öcalan’ın yaptığı konuşmalar kitaplar halinde basılmış, Akademi yönetiminin görevlendirdiği ders komisyonları bu konuşmalar üzerinde çalışır ve bize anlatırlardı.
Saatlerce dinledim, yedi yıldan beri süren bir gerilla savaşı vardı, 10 Yıldan beri de gerilla faaliyeti söz konusuydu, bunlar anlatılır, bütün başarısızlıkların nedenleri, Sağır Cuma, Kör Cemal ve Topal Metin’e yüklenirdi.
Bunların provakasyonlarından olmasaymış, kesin Kürdistan kurtulmuştu ve şimdi eğer biraz imkan ve gerilla varsa, o da Önderliğin ( Abdullah Öcalan) çabaları sayesinde vardır diyorlardı.
Dersin teması buydu, sadece buydu!
Dinleyenlerden kaç kişi inanıyordu bilemem, ama bana saçma sapan geliyordu.
Yine dayanmadım, sorumu sordum, sorum şuydu:“Saatlerdir sizi dinliyorum ve merak ediyorum, bir sağır, bir kör ve bir topal bütün bu kötülükleri yaparken, devrimi engellerken, sağ olanlar neyle uğraşıyorlardı?”
7. Bir gün eşimle akademi binasının kapısında yine tartıştık:
“Herkes susturulmuş, burası Diyarbakır cezaevinden beter” dediğimde:
“Heval, displin, sosyalizm”dedi.
Yine tepem atmıştı:
“Ne sosyaliz mi? Ne disiplini? Hepinizi hayvanlaştırmış! Siz bunları yapmaya devam edin! Ben her şeyi yazarım, köylülere, çobanlara bunları yaparsınız, ama bana yapamazsınız! Ben yazarım, bütün dünya duyar,”deyip ayrılmıştım.
1991 yılıydı, Mahsun korkmaz Akademisinin ders platformunda oturmuş birazdan gelip konuşacak olan Öcalan’ı dinlemeye hazırlanıyorduk.
Meğer Öcalan yine bizi yermek için önceden bir tiyatro hazırlamıştı.
Akademi yönetiminde görevli olan akrabam Mesut’a, Selim ile Sakine’nin burnunu sürtün demişti.
Öcalan derse girdi, biz oturur oturmaz, bana baktı:
“Hııı”dedi, durdu, gözlerini yumdu:
“Seçimler oldu, Bingöl adayımız İbrahim İncedursun neden kazanmadı? Bingöl’ü neden örgütlemedin?” dedi.
Ben hazırlandım bir şeyler söyleyecektim, akrabam Mesut el kaldırdı:
“Ne var Mesut?” dedi Öcalan.
Mesut ayağa fırladı:
“Başkanım Selim bu güne kadar Bingöl’ de tek bir adam örgüte kazandırmamıştır,”dedi.
Beş yüze yakın kişi, bana pür dikkat bakıyordu, hiç istifimi bozmadan ve ayağa kalkmadan, Mesut’a yan baktım:
“Acaba arkadaş kendisini adam olarak görmüyor mu?”dedim.
Mesut kıpkırmızı kesildi ve herkes güldü, Öcalan’da dersini aldı.
Devam edecek