Susmak ölmektir 13
Mehmet Şener hakkında yazılan, benim okuduktan sonra ‘hepsi yalan’ diyerek alıp fırlattığım, Sakine Cansız'ın ‘tek bir kelimesine bile katılmıyorum’ dediği broşürün geniş haliydi Öcalan’ın bu üç kitapta anlattıkları.
Selim Çürükkaya / Öcalan’ın talimatıyla kurulan soruşturma komisyonunun başkanlığına Dersim’li Serhat, (Bekaa vadisinde idamlıkken, savcılığa atanmıştı) ve yardımcılığına Diyarbakır Cezaevi itirafçısı Mecit Gümüş getirilmişti.
Bu ikisi, biz Diyarbakır zindanında direnenleri yargılayacaklar ve susturacaklardı. Ben (Selim Çürükkaya) bir takımda gözetim altında tutulurken, yanındaki Korumaları ile Diyarbakır cezaevinde itirafçı / Bekaa vadisinde PKK nın komutanı Mecit Gümüş geldi. Elinde bir kağıt vardı, ‘Selim arkadaş, bu sorulara cevap ver, inceleyeceğiz, konferansa katılıp katılmayacağına karar vereceğiz’ dedi. İtirafçı Mecit Gümüş’ün uzattığı kağıdı alıdım. Hatırlayabildiğim kadarıyla kağıtta sorulan sorular şunlardı:
1. Önderliğe neden karşısın?
2. Parti disiplinine, yaşam tarzına neden karşısın?
3. Partiye karşı gelişen provakasyonlara karşı neden tavır almıyorsun?
4. Cezaevi konferansına katılmak, konferans disiplinine uymak istiyor musun? (38)
Bu sorulara verdiğim cevaplardan sonra ‘Zindan konferansı’ Bekaa vadisinde 14 Temmuz 1991 günü başlayacaktı. Biz Diyarbakır zindanında yıllarca kalıp tahliye olduktan sonra, Bekaa vadisine ulaşabilenlerin başına, Diyarbakır cezaevini bilmeyen, Öcalan’ın Matahari’si Meral Kıdır getirildi.
Altmış gün boyunca Öcalan konuştu, bu konuşmaları:
1. Temmuz çözümlemeleri (1991)
2. Ağustos çözümlemeleri (1991)
3. PKK Zindan Direniş Konferansı konuşmaları adlı kitaplarda toplandı. Mehmet Şener hakkında yazılan, benim okuduktan sonra ‘hepsi yalan’ diyerek alıp fırlattığım, Sakine Cansız’ın ‘tek bir kelimesine bile katılmıyorum’ dediği broşürün geniş haliydi Öcalan’ın bu üç kitapta anlattıkları. Birkaç Örnek verirsem:
“Bu konuda şunu söyledim: İçerdekiler için elde edilen haklar, dışarıdaki halkın haklarından fazladır. Halk yarı yarıya açtır, kitap gazete okuyamıyor. Büyük işsizler ordusu vardır. Fakat zindandaki yapı, bunun çok üstünde bir yaşam düzeyine sahiptir. Okuma ve inceleme düzeyini tutturmuştur. O zaman dışarı çıkmayı istemeyin. Uğruna savaştığınız taleplerin en önemlilerini ancak içerde elde edebilirsiniz, dedim. (39)
Abdullah Öcalan’a göre, biz cezaevinde kalanlar, direnmemeliydik, gazete okuma hakkını, kitap okuma, inceleme hakkını elde etmemeliydik!
(Aslında benim devletime karşı neden direndiniz? Diyordu da, biz daha bu safhayı o zaman anlayamamıştık)
Bu bilince varamadığımızdan en naif yorumumuz şuydu: Neden direnmemeliydik? Çünkü halk gazete ve kitap okuyamıyor, biz de okumamalıydık.
Öcalan, bize şunu demek istiyordu; Neden okudunuz? Felsefeyi, edebiyatı, neden öğrendiniz? Eski Mezopotamya uygarlığını, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıklarını niye incelediniz? Buda’yı, Konfüçyus’u niye tanıdınız?
Bütün dinleri, peygamberler tarihini, Hz. İbrahim ile Nemrut’u, Firavun ile Musayı, Muhammed ile ebu Cehil’i, İsa ile Roma’yı, Zerduş’tun Ahura Mazdası ile Ehriman’ın kavgasını niçin araştırdınız?
Okumasaydınız, cahil kalsaydınız, sap ile samanı, doğru ile yanlışı, zalim ile mazlumu birbirinden ayıramayacak düzeyde kalsaydınız. O zaman beni anlamazdınız!
Ve sizinle hiçbir sorunum olmazdı, istediğim şekilde sizi kullanırdım. Ben söyler, siz kafayı sallardınız. ‘İşsizler ordusu var, halk yarı yarıya açtır’,diyor.
Biz ise hapishanede tokuz! Bunu kıskanıyor! O kadar halkı düşünüyorsan, bir de Şam’da kendi kurduğun saltan sofralarıyla, halkın yediği kuru ekmeğin karşılaştırmasını yapsaydın! Öcalan daha Bekaa’da iken, direnişe inanmadığını açıkça söylüyordu:
“Bir defa zindan koşullarında, hedefinde imha olan bir politikadan normal ve insanca yaşanır şartlar talep etmek, düşmanı tanımamak demektir. Sen hangi düşmandan hangi yaşam hakkını istiyorsun? ‘Ben hayatımı koyarım ve isterim’ dedin. Koydun ve sana verdi. Peki neydi bu yaşam? Makbul müdür? Burada reformizme küçük bir başlangıç vardır. Biz ‘Kürtçe konuşma serbest bırakılmalı’ talebini ileri süremeyiz! Hele bunu siyasi bir talep haline getiremeyiz. Bizim talebimiz, yaşam istemimiz bir özgürlüktür’ (40)
Öcalan sadece demagoji yapıyor!. Yaşam talebi özgürlükmüş! Ona göre “devlet cezaevinde bizi imha etmek istiyor, hedefinde bu var.. Böyle bir devletten normal, yaşanır şartlar talep etmek, devleti tanımamaktır!”
Ne yapmalıydık? Senin sekiz yıl sonra yaptığın gibi kuzu kuzu boyun mu eğmeliydik? Sen bu konuşmayı yaptıktan sekiz yıl sonra, İmralı’ da ki bir hapishaneye gittin. Gerçekten devletten hiçbir şey istemedin. Tam tersine devlete dedin ki, ne istiyorsanız ben vermeye hazırım! Ne kendin için, ne halkın için hiçbir şey istemedin! ‘Ben devletin akılı bir eriyim’ dedin.(Soruşturma ifadesinde) Canla başla devlete çalışmaya ve dışarıdaki halkın çocuklarına tuzaklar kurdurarak imhaya çalıştın! Biz böyle yapmadığımız için, bize yükleniyordun, ama seni biraz geç kavradım.
Zindan Konferansında Meral Kıdır’ın görevi, Öcalan’ın Diyarbakır cezaevi ile ilgili söylediklerini rapor haline getirmekti. Biz diğer katılımcıların görevi ise; Meral Kıdır’ın hazırladığı raporları oy birliği ile onaylamaktı. Bunun adı parti disiplini ve konferans disiplini idi. Hakim mantığa göre, ‘Öcalan’ın görüşleri, parti görüşleri’ idi ve biz parti üyelerinin görevi de parti görüşlerini onaylamaktı. Sakine Cansız kendi Kitabında; ‘Selim Cezaevinin süreçlerini anlatmıyordu, önderlik ise ufkumuzu açarak değerlendiriyordu’ diyor.
Onun yaptığı o değerlendirmeler ile senin ‘tek kelimesine bile katılmadım’ dediğin broşürdeki görüşler arasında ne gibi farklar vardı?
Peki sen ve Selim konuşabiliyor muydunuz? Cezaevleri hakkında hiç bir kitap dahi okumamış Öcalan, iki ay boyunca biz ve cezaevleri direnişleri aleyhine konuştu, konuşmaları kayıt ediliyordu, o konuşmalar üç kitap oldu. Bizimde o kitaplarda yer alan bazı sözlerimiz var. Hepimizin sözlerini toplasan, iki sayfa bile tutar mı? Ben ki; o cezaevini baştan sona iliklerime kadar yaşamıştım ve sadece üç yılını dört kitapla anlatmıştım.
Peki Bekaa vadisinde neden dilim tutulmuştu?
Neden konuşamıyordum?
Diyarbakır Yedinci Kolordu 1 Nolu Sıkıyönetim mahkemesinde, o cehennem ortamında, susturulamayan biz, neden orada susmuştuk?
Fuat Çavgun neden susmuştu?
Sonradan gelen M. Şükrü Gülmüş ile Orhan Aydın, Ferhan Güllü ve Zeki Yılmaz neden susmuşlardı?
Bunların her biri, askeri cunta döneminde cezaevlerinde süren direniş destanlarının birer kahramanları değiller miydi?
Diyarbakır zindanında susturulamayanlar, Bekaa vadisinde neden susmuşlardı?
Mustafa Gezgör’de konuşamadı. Çünkü bizimle ilgili o çıkışından sonra yalnızlaştırıldı. Bir arkadaşı bana anlattı: “Tek başına taşların üzerinde oturmuş, sigara içiyordu. Ne olursa olsun gidip yanına oturacağım dedim, gittim. Bana baktı: ‘Niye geldin, ben lanetliyim, kalk git, bak sonra başına bir iş gelir’ dedi.
Gerçekten birkaç gün sonra bazı gerekçeler uydurup, beni tutukladılar. Ben bir kadındım ve ‘senin Mustafa Gezgör ile ilişkilerin var, onları açıkla’ dediler……… Sakine’yi seven bir arkadaşı, Sakine tutuklu iken ‘Öcalan’la görüşmeye gittim’ dedi bana… ‘Gittim, başkanım, ben Sakine’yi çok iyi tanırım, partiye ölümüne bağlıdır, önderlik karşıtı değildir, dediğimde…..’ ‘Hayır sen bilmiyorsun, rahat durmaz, beni kabul etmez, git vur, dedi.”
Devam edecek
(38)Apo’nun Ayetleri, Doz yayınları, 3. Baskı, sayfa 159)
(39)PKK Zindan Direniş Konferansı Konuşmaları, Abdullah Öcalan, Weşanen Serxwebun yayınları, 1. Baskı, sayfa 137
(40) PKK Zindan direnişi Konferansı konuşmaları, A.Öcalan, sayfa 136