Susmak Ölmektir 23
Yoktur Ayten, kimse tanımıyor, yok edilmiş, bu yok oluş sadece fiziki bir yok oluş değil, yaşamı da yok edilmiş, geçmişi silinmiş, doğmamış, okula gitmemiş, sevmemiş, evlenmemiş, tutuklanmamış, serbest bırakılmamış, Bekaa’ya gitmemiş, öldürülmemiş! Yani doğumu da ölümü de meçhul, bir bilinmezdir Ayten.
Selim Çürükkaya / Ayten’in abisi Sabahaddin Kopenhag’ da iken kız kardeşinin Bekaa vadisinde örgüt tarafından öldürüldüğünü duyuyor. Bu ölüme bir anlam veremiyor. Sık sık Kopenhag’daki PKK derneğine gidiyor. Kardeşinin akibeti hakkında sorular soruyor. Ama hiç bir sorunun yanıtını alamıyor.
Yoktur Ayten, kimse tanımıyor, yok edilmiş, bu yok oluş sadece fiziki bir yok oluş değil, yaşamı da yok edilmiş, geçmişi silinmiş, doğmamış, okula gitmemiş, sevmemiş, evlenmemiş, tutuklanmamış, serbest bırakılmamış, Bekaa’ya gitmemiş, öldürülmemiş! Yani doğumu da ölümü de meçhul, bir bilinmezdir Ayten. Onun adı geçtiği zaman bütün dudaklar susuyordu. Sorularına yanıt alamayan Sabahaddin, tepki gösteriyor, “Ayten’i siz öldürdünüz”diyor.
Dernekteki sorumlular, onu susturacak yöntemleri devreye sokuyorlar. Yer yer tehdit, yer yerde.“Hewal biliyorsun bir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi var, mücadelenin zarar görmemesi için susman lazım”diyorlar. Buna rağmen O dünya güzeli kardeşinin başına gelenleri kabul etmiyor..
Geceleri gözlerine uyku girmiyor.“Ayten, Ayten”diye sayıklıyor. İnsanlarla ilişkisini kesiyor, kendi içine kapanıyor. Çocukken birlikte peşinden koştukları düşlerinin ardına takılıp kalıyor.. Ayten’den sadece iki yaş büyük olduğu için birlikte oynadığı oyunları hatırlıyor, Ayten’in mavi gözleri ve de güzel sözleri hiç aklından çıkmıyor. Günlerce dışarı adım atmıyor, saçı sakalı uzuyor, kendi kendisiyle konuşmaya başlıyor, bu durumu Danimarka’lı komşularının dikkatini çekiyor, polise haber veriliyor, eve giden polis, ortalığın berbat olduğunu görüyor.
Sordukları hiç bir sorunun yanıtını alamıyorlar. Hemen ambulans çağırarak onu bir psikiyatri kliniğine yatırıyorlar. Aylarca bu klinikte kalıyor, bir gün pencerenin önünde dalmış dışarıyı izliyordu, ağacın dalına konmuş bir kargaya bakarken, çocukken Ayten ile birlikte tarlada kovaladıkları kargayı düşünüyordu.
Bacım Ayten olmasın bu? Diyor kendi kendine! Olamaz mı?
Belki de Ayten’in ruhu bir karga olarak yeniden doğmuş, arayıp burada beni bulmuş, dala konmuş, beni izliyor dedi. Bu klinikten çıktığında, karga beyninde takılı olarak kalıyor. O’ Dünya güzeli mavi gözlü kız kardeşinin bir kargaya dönüştüğüne inanıyordu artık. Kopenhag’da, evine yakın bir yerde kocaman bir meydan vardı.
Bu meydanda çok sayıda güvercin ve karga yaşardı. Sabahaddin hemen her gün bu meydana gelir, en güzel kargayı Ayten sanır, onunla konuşurdu. Çocukken ortak yaşadıkları anıları, anne ve babasının durumunu tane tane anlatırdı kargaya. Ona göre karga yanıt vermiyordu, ama her şeyi duyuyordu. Kopenhag’da yaşayan bir arkadaşım, biz bir kaç kişiye, bundan yıllarca önce Sabahaddin ile ilgili anılarını şöyle anlatmıştı:
“1980’li yıllarının ortalarına doğruydu. Kopenhag’da yanımda bir Dersim’li arkadaşla dolaşırken karşı kaldırımdan volta yürüyüşü yaparcasına gelen kişi bizim dikkatimizi çekmişti. Yanımdakine: ‘Bu kesin olarak Dersim’lidir’ demiştim. Arkadaşım da ‘Evet, bu Dersim’liden başkası olamaz’ demişti. Karşı kaldırımdaki genç ile göz göze geldik, selam verdik. Birden durdu bize:
‘Bra (Kardeş) siz Dersimlisiniz ?’
Biz ‘evet’ dedik.
Uzun bir ‘Weyyyyy’ çekti sonra bize sarıldı. ‘Ma şıma xizır rüsno’ (Hızır sizi gönderdi) dedi..
Boğulmak üzere olan bir insan okyanusta bir can simidi gördüğünde bu kadar sevinmezdi.
‘Bıra artık sizi hiç bırakmam’diyerek bizi öyle bir kucakladı ki…… Gidip bir Caffe ye oturduk. Uzun bir süre hal hatır sorduktan sonra, adının Sabahaddin olduğunu öğrendik; davranışları, konuşma tarzı ile tipik bir Dersim’liydi..
Uzun saçları ve sakalıyla tuhaf bir görüntüsü vardı. İki de bir dalıyordu, dertli olduğu her halinden belli oluyordu. Nedenini sorduğumuzda irkilerek:
‘Ya bıra benim bacımın ismi Ayten’dir, Hamili’nin eşidir.. Parti tutuklamış diyorlar. Sizin haberiniz var mı?’ dedi.
O tarihlerde bazı Kürt çevreleri PKK’nın kendi içinde bazı insanları tutukladığını ve bazılarının öldürüldüğünü söylüyordu. Ben de duymuştum. Ama Sabahaddin’in bacısı Ayten kimdi? Hiç bilgim yoktu.
‘Valla Sabahatin ben bilmiyorum’ dediğimde:
‘Ma bra bilmiyoruz ki nereden soralım, nereye şikayet edelim?’ dedi, çaresiz bir ses tonuyla, sanki yüzüne bir hüzün perdesi indi . Bir şey yapamamanın, acizliğin abidesi gibiydi o an. Bizimle konuşmadı, başını önüne eğdi ve de daldı. Tekrar görüşmek üzere vedalaşarak ayrıldık.. Biraz uzaklaşınca, arkamızdan tekrar bağırdı:
‘Bra ez qeda, şıma bijir pers kere Ayten kötidero?’ (kardeş ben kadanızı alayım, sorun Ayten nerde dir?)
Tamam anlamında başımızı sallayarak uzaklaştık. Başka bir gün Kopenhag’daki meydanda, bir baktım Sabahattin göğsünü öne doğru vermiş, kafasını bir ileri bir geri yapıp güvercin gibi yürüyordu.. Kendisine şaşkın şaşkın baktığımı görünce; beni tanıdı, güvercin gibi yürüyerek yanıma yanaştı:
‘Bra (Kardeş) gece anamla Ayten geldiler, kuş olup içime girdiler’ dedi.
‘Yok bıra sana öyle gelmiş’ dememin bir anlamının olmadığını biliyordum.
Bacısı Ayten’in ölümü karşısındaki acıya, çaresizliğe beyni dayanamamıştı! Artık Sabahaddin ile dost olmuştuk, onu aradığımda hep o bilinen meydana gider, güvercin veya kargalarla konuşurken görürdüm. Sabahaddin ile ortak tanıdığımız, bir gün: ‘Sabahattin seni arıyor’ dedi..
Arayıp buldum.. Beni görür görmez ellerime sarıldı öpmek istedi, ellerimi çektiğimde:
‘Bıra ver elini öpecem, sen Seyid Rıza’sın’ dedi.
Olmadığımı anlatmaya çalıştım nafile!
‘Sabahattin beni aramışsın, ne istiyorsun?’ dedim.
‘Seyide mın, (Seyidim) anamla Ayten yarın sabah erkenden gelecekler, gidip birlikte karşılayalım’dedi.
Sabahaddin sen diyordun Ayten’i parti öldürmüş diye sordum: ‘Yok Seyide mın, Ayten’i partinin elinden anam kaçırmış, yarın sabah erkenden gelecekler’ dedi.
İnandırıcı bulmadım, ancak ya doğruysa diye düşündüm. O’ gece evine gittim, çöplüğe dönmüş odasında kaldık.. Sabah erkenden kalkıp yola düştük… Hava alanına gideceğimizi sanıyordum… Baktım, Sabahaddin direkt Belediye Meydanına yöneldi. Sessizce izledim onu….
Genişçe olan meydan da yüzlerce karga-güvercin ekmek kırıntılarını kapmak için birbirleriyle adeta kavga ediyorlardı…!
Sonra Sabahaddin telaşla etrafına bakındı, bakındı.. Meydanın orta yerinde yan yana sakince duran iki kargayı gösterdi:
‘Bak bra bak, gelmişler oradalar”..!’
‘Nerede?’ dedim.
‘Orada’… Diyerek kargalara doğru hızla yürüdü. ..
Kargalar uçup gittiler.
Sabahaddin gözlerinden akan yaşlarla bağırıyordu:
‘Bıra tam yakalıyacaktım… Heydo gene kaçırdı onları’dedi…!
Kuşlar uçup gittiler..Biz gidince, belki gelecekler. …
Ama ben biliyordum ki giden Ayten bir daha gelmeyecek.’
Benimde kolum kanadım kırılmıştı, Sabahaddin gibi..!
Uzun süre bende meydanda çaresiz olarak dikili kaldım.
Etrafıma baktım..
Ben ve Sabahaddin yalnız kalmıştık…!
Kısa zaman sonra duydum ki akıl hastahanesine tekrar yatırmışlar.
Ziyaretine gittim:
‘Nasılsın Sabahaddin’ dediğimde, elini çenesine götürdü, biraz düşündü:
‘Bıra seni bir yerde görmüşüm, ama nerede ?’dedi..
Ona , benim, tanımadın mı? demenin hiç bir anlamı kalmamıştı artık.”